Gümülcine S. Müftülüğü'nce yerel adıyla Makedonya, uluslararası adıyla F.Y.R.O.M.'a düzenlenen gezi 23-24 Ağustos tarihlerinde gerçekleşti. Gezinin amacı Balkanlar'da yaşayan Türklerin kültürlerini, örf ve adetlerini tanımak ve daha sıcak ilişkiler içine girmekti. Gezi Müftü İbrahim Şerif'in de belirttiği gibi, "Almaya değil, vermeye" yönelikti ve öyle de oldu.
23 Ağustos günü sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Doyran sınır kapısından Makedonya'ya herhangi bir sorun yaşamadan ayak bastık. Doyran gölünün mavilikleri Makedonya tarafından daha da güzel görünmekteydi. Yemyeşil dağlar arasında mavi bir göl ve etrafında yazlık evler. Rehberimiz Hüseyin in anlattıklarına göre bu gölün Makedonya tarafında Yunanlılar birçok yazlık evi satın almışlar ve tatillerini burada geçiriyorlarmış. Gerçekten de tatil yapmaya çok uygun bir yer.
Doyran gölünün etrafındaki daracık yollardan yaklaşık olarak 50 km ilerledikten sonra Gradaşor köyüne varıyoruz. Burada bir caminin açılış törenine katılacağımızdan çok heyecanlıyız. Çünkü yurt dışında bir caminin açılışına çoğumuz ilk defa tanık olmaktadır. Ancak bölgeye ilk gelmenin dezavantıjını yaşıyoruz. Açılış saatini bu köyün hemen yanıbaşındaki Strumiça şehrinde beklemeye karar veriyoruz. Strumiça epey büyük bir şehir. Ana caddeleri çok geniş. Şehrin tam orta yerinde yeni inşa edildiği mimari şeklinden belli olan büyük bir alışveriş merkezi yer almaktadır. Alış veriş merkezinin giriş kısmı günlük halk pazarı yeri olarak kullanılmakta ve gıdadan giyime kadar herşey satılmaktadır. Merkezin üst kısımlarında ise dünyaca ünlü markaların ürünlerini satan dükkanlar yer almaktadır. Dükkanların birçoğunun kapalı olması dikkatimizi çekiyor. Sabah erken olduğundan burada karnımızı doyuracak birşeyler bulmakta epey zorlanıyoruz. Ama sonunda imdadımıza Arnavut böreği satan bir market yetişiyor. Strumiça'da yaklaşık bir saat vakit geçirdikten sonra cami açılışına katılmak üzere tekrar aynı köye geri dönüyoruz.
Köye vardığımızda epey bir kalabalık toplanmıştı. Ellerinde Türk bayrakları ile çocuklar misafirleri karşılıyorlar ve "Türkiye Türkiye" diye bağırıyorlardı. Bizi de bu şekilde karşıladılar. Gördüğümüz bu değişik karşılama biçimi karşısında hayretimiz bir o kadar daha arttı. Belli ki burada Türkiye ve Türkler çok sevilmektedir. Hayret ederken düşündüğümüz bir diğer olay da yeni inşa edilen cami minaresine Türk ve Makedon bayraklarının asılmasıydı. Demek ki bu ülkede, diğer Balkan ülklerine göre değişik milletler daha özgür yaşayabiliyorlar. Caminin açılış törenine ilk gelen grup olduğumuzdan herşeyi çok rahat gözlemleyebiliyoruz.
Tören alanına T.C. Devlet Bakanı Yazıcıoğlu, Rumeli Türkleri dernek temsilcileri, Makedonya İslâm Birliği Reisül Uleması Süleyman Yakup Recepi da geliyor. Caminin içi tamamen doluyor. Tören sala okunmasıyla başlıyor. Salayı Batı Trakya'lı din görevlilerimiz İsmail Karagöz ile Mehmet Hafız Hoca okuyor. Osmanlı'dan bu yana Balkanlar'da okunan ilk çifte salaymış! Bu konuda da bir ilki gerçekleştirdiğimiz için çok mutlu oluyoruz. Daha sonra yapılan konuşmalarda Makedonya Türklerine her türlü desteğin verileceği açıkça vugulanıyor. Reisül Ulema Recepi İse oldukça kararlı görünüyor hakları verilmediği takdirde her türlü yola başvuracaklarını belirtiyor veya da bizde böyle bir intiba uyandıryor.
Bundan sonraki durağımız Topolniça köyü. Burada geçen yıl "I. Yörük Türkleri Adetleri Festivali" düzenlenmiş. Bölge halkı yoğun ilgi gösterdiğinden festivali geleneksel hale getirmişler ve bu yıl da ikincisi düzenleniyor. Geleneksel kıyafetler giymiş kadınlar, erkekler ve çocuklar ellerinde Türk bayraklarıyla misafirleri selamlıyorlar. Bizim için etkileyici ve bir o kadar da düşündürücü bir manzara. Oldukça kalabalık bir ortam. Cami açılışına katılan insanların nerdeyse tamamı burada. Festival yörük Türklerinin at üzerinde geçiş töreni ile başlıyor. Daha sonra Doğu Makedonya Yörük Türkleri Derneği Başkanı Enver Hüseyin kürsüye geliyor ve katılımcıları selamlıyor. Sırasıyla bölgenin belediye başkanı ve T.C. Devlet Bakanı Prof. Dr. Sait Yazıcıoğlu kürsüye geliyor ve bölge halkını her türlü konuda desteklediklerini belirtiyor. Yemek faslına geçiliyor. Misafirler mükemmel bir şekilde ağırlanıyorlar. Günün devamında da bölge köylerinden gelen folklor ekiplerinin gösterileri başlıyor. Zengin ve yaşatılan bir kültürün olduğu hemen göze çarpıyor. Bu kadar imkansızlıklara ve ekonomik sorunlara rağmen etkinliğin başarıyla sürdürülmesi takdire şayan bir hareket. Derken sahneye T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı sanatçısı Esat Kabaklı çıkıyor. Kabaklı'nın konserine ağır parçalarla başlaması, bizlerde olayın hızlanacağı intibağını uyandırıyor. Öyle de oluyor. Ellerinde Türk bayrakları ile yörük Türkleri adeta coşuyor. Her türküye eşlik ediliyor ve her hareketli türküde de oynamayı ihmal etmiyorlar. Her türkünün söylenişinde genç kızların ve delikanlıların gözleri bir başka parlıyor ve yüz ifadeleri de bir o kadar çabuk değişiyor. Belli ki bu gün onların mutluluğuna mutluluk katıyor. İnsanların Türkçe'ye ve türkülere susamışlığı her hallerinden belli oluyor. Doğu Makedonya'da yaşayan Türklerin Türkçeyi çok güzel konuşmaları, türkülere eşlik etmeleri bizleri hayrete düşünüyor. Doğrusu bu bölgede bu kadarını beklemiyorduk. Etkinlik davul-zurna eşliğinde yapılan yağlı güreşlerle sona eriyor.
Şimdi Topolniça'dan yaklaşık 30 km. uzaklıktaki İştip şehrindeyiz. Akşamı burada geçireceğiz. Otelimize yerleştikten sonra akşam yemeğine katılmak üzere Üsküp'e hareket ediyoruz. Yörük Türkleri Derneği'nin T.C. Devlet Bakanı Prof. Dr. Sait Yazıcıoğlu ve Batı Trakya'lı grup onuruna yemek verecekleri belirtiliyor. Önümüzde yaklaşık 90 km bir yol var. Yorgunluk üzerimize çoktüğünden İştip'e dönüşümüzün nasıl olacağını gidiş yolunda düşünmeye başlıyoruz. Yolların birçok yeri dar ve bozuk. Bir saatlik yolculuktan sonra Üsküp'teki Türk Çarşısı yakınındaki tarihi bir handa yemeğe gidiyoruz. Gerçekten de Osmanlı'nın rahatlığını andıran bir ortam. Etrafı odalarla çevrili ve ortası boş hoş bir bina. Yemek başlamazdan önce S. Müftü İbrahim Şerif Bakan Yazıcıoğlu'nun da yer aldığı protokol masasına davet ediliyor. Derken Esat Kabaklı'nın sesi handa yankılanmaya başlıyor. Arasıra misafirlerin de ona eşlik ettikleri yükselen seslerden anlaşılıyor. Mükemmel bir ağırlanmadan sonra tekrar İstip'e dönmek üzere otobüsümüze hareket ediyoruz. Etrafa pek dikkatli bakmıyoruz, çünkü önümüzdeki akşamın sabahında tekrar buraya geleceğiz.
Bugün 24 Ağustos ve günlerden de Pazar. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sora otelimizden ayrılıyoruz. Kadın Ana Camii'ne uğruyoruz. Burada Ramazan temizliği yapılıyor. Cami önüne daha şimdiden Türkçe harflerle "Hoşgeldin Ramazan" yazılmış. Cami yetkilileri bizleri çok sıcak karlışıyor ve yoğun ilgi gösteriyorlar. Burada beş vakit namaz kılındığını ve şehirde yer alan Medrese'de okuyan yaklaşık 90 öğrencinin de bu camiyi kullandığını öğreniyoruz. Temiz, bakımlı ve etrafı güllerle süslenmiş bir cami. Tekrar otobüsümüze biniyoruz. İştip'te karşı tepeler üzerinde "Mora Fatihi" Hüsamettin Paşa'nın yaptırdığı ve kendi adını verdiği bir Osmanlı camisinin olduğunu rehberimiz anlatıyor. Bu caminin minaresi yıkılmış ve 1973 yılında kiliseye çevrilmiş. Makedonlar her 2 Ağustos'u Türklerden kurtuluş günü olarak burada kutluyorlarmış. Bölgedeki Müslümanlar "Deformasyon" kanununa dayanarak bu caminin kendilerine verilmesi, aslına döndürülmesi için büyük yargı mücadeleleri vermişler ve en sonunda da kazanmışlar. Cami şimdilerde restore edileceği günleri bekliyor. İştip çıkışında yüksek tepeler üzerinde devasa haç gözümüze çarpıyor. Ancak bu bizim ilgimizi artık çekmiyor, çünkü bu manzaralardan ülkenin her tepesinde var! Yine bu haçın tam alt kısmında büyük bir kilise gözümüze çarpıyor. Rehberimiz bu kilisenin camiden çevrildiğini söylüyor.
Şimdi Üsküp yolundayız. Yaklaşık bir saat sonra Osmanlı'nın tarihi kentini yeniden görme imkanına kavuşacağız. Üsküp'ü ilk ziyaret ettiğimizde burasını İstanbul'a benzetmiş ve çok etkilenmiştik. Üsküp'e yaklaştıkça karşı dağların üzerinde 64 m. yükseklikteki haç yine gözümüze çarpıyor. Bu haç belli ki Üsküp'teki minarelerin boyunu aşmak için düşünülmüş! Üsküp'e yaklaştığımızda tam bu devasa haçın olduğu bölgeye karşı bir köyde 75. uzunluğunda kalem gibi yükselen iki minare gözümüze çarpıyor. Buradaki bir Arnavut da 64. m haça karşılık 75m. boyunda iki minare yaptırmış. Makedonya'da meydana gelen olaylar esnasında buradaki camilerin bir çoğu zarar görmüş ve bir kısmı da yıkılmış. Makedonlar Apaçi helipokterlerini bu bölgede çok denemişler ve birçok yere de zarar vermişler.
Etrafı seyrede seyrede Üsküp'e varıyoruz. Yeni inşa edilen Amerikan büyükleçliğini rehberimiz bizlere gösteriyor. Devasa ve dış cephede pencereleri olmayan bir bina. Osmanlı'dan kalma bir mezarlığın üzerine inşa edildiğini yine rehberimizden öğreniyoruz. İlk durağımız ünlü Roma Kale'si oluyor. Buradan şehri kuşbakışı görmek mümkün. Güzel bir manzara. Vardar nehrinin bir tarafı eski Osmanlı şehri, diğer atarafı ise sonradan inşa edilen yeni şehir. Eski Üsküp Osmanlı silüetini hala koruyor. Kale'de oturup dinleniyoruz. Bu arada yeni evlenen bir çift Makedonya bayrağının önünde hatıra fotoğrafı çektiriyor ve dilek ağacına da birşeyler bağlıyor. Belli ki burası onlar için kutsal sayılabilecek bir yer. Roma döneminde kalma yıkık kale duvarları arasından Mustafa Paşa Camii, II. Murad Camii'ni, Alaca Camii'ni Türk Çarşısı'nı ve diğer tarihi eserleri kuşbakışı görmek insana heyecan veriyor. Belli ki burası Osmanlı için önemli bir yerleşim yeriymiş.
Kale'den aşağıya iniyoruz. Mustafa Camii önünde bulunan tabelada burasının TİKKA tarafında restore edilmekte olduğunu anlıyoruz. Yine bu bölgede "Ulsualararası Balkan Üniversitesi" de bulunuyor. Türk büyükleçiliğin de burada olduğunu rehberimiz anlatıyor. Türk çarşısına giderken Nisan sonunda kırmızıya boyanan kiraz ağacının yapraklarının sararmaya başladığını da birçoklarımız farkediyor. Dar ve taşlı yollardan ilerleyerek Türk Çarşısı'na varıyoruz. Pazar olduğundan dükkanların neredeyse tamamı kapalı. Burada Çarşı Camii'ni görüyoruz, ancak burası da kapalı. Köprü Derneği'nin önünden geçiyoruz. Pazar olduğundan burası kapalı ve kimseyi göremiyoruz. Yine aynı şekilde yeni Balkan gezetesinindeki arkadaşlarla da görüşemiyoruz. Halk pazarına gidiyoruz. Bir kısmımız da II. Murad Camii'ne gidiyor. Burası da gerçekten görülmeye değer bir Osmanlı yapıtı. Ancak zaman bu camiden de çok şeyi alıp götürmüş. Cami restore edilmediği takdirde eski özelliğini yakın zamanda kaybedecek. Cami avlusunda Behiye Sultan Türbesi bulunuyor. Ancak burasının da bakıma ihtiyacı var. Yine cami avlusunda yaklaşık 40-50 m. yükseklikte bir saat kulesi de bulunuyor. İlhan Tahsin'in cesaretine güverek buraya çıkmaya karar veriyoruz ve oradaki İmam efendi de bize izin veriyor. Saat kulesinin iç kısmı tamamen ahşap. Üsküp'te geçmişte meydana gelen büyük depremde bir kısmı zarar görmüş, ancak yıkılmamış. Yaklaşık 90-100 basamak tırmandıktan sora kulenin üzerine çıkabiliyorsunuz. Yorucu olduğu kadar, heyecen verici ve her zaman çıkılamayacak bir yer. Buradan Üsküp'ün muhteşem bir manzarası var. Bütün camiler, yeni binalar tamamen ayağınızın altında. Buradan arşivimize çok güzel foğtoğraflar ekliyoruz.
Son buluşma noktamız Alaca Camii oluyor. Burada öğle namazı kılınıyor. Cami tamamen dolduğundan cemaatin bir kısmı dışarıda namaz kılmak zorunda kalıyor. Burası da eski bir Osmanlı camii. Ancak bilinçsiz bir şekilde restore edilmekte ve eski özelliğini yitirmektedir. Minaresi karşıdan biraz eğik gibi gözükmektedir. Şerefenin alt kısmında da biten fidanlar neredeyse ağaç olmuş! Bu şekilde devam ederse cami çok yakında zarara görebilir.
Şimdi de Türk Çarşı'nın en ömenli lokantalarından AGA'da bulunuyoruz. Burada et çeşitlerinin en lezzetlisini ve misafirperverliğin en mükemmelini yaşıyoruz. Yemeğin verdiği ağırlıkla Kale'de bulunan otobüsümüze gitmekte epey zorlanıyoruz. Ancak memlekete dönmenin verdiği mutluluk sıcak havayı bizlere unutturuyor.
Makedonya'da Türk kültürü ile Osmanlı mirasını geride bırakarak memlekete dönüyoruz. Mustafa Bayramali'nin yazdıklarını biz de bu ülke için düşünüyoruz, "Makedonya çok güzeldi. Ancak Gümülcine hepsinden daha güzel!"