D A M L A L A R I N    A Y D I N L I Ğ I



Salı, 17 Nisan 2007

D A M L A L A R I N      A Y D I N L I Ğ IUzun yıllar içimizi ısıtan sevgi ocağını ölçerince, gönlümüzde uyanan özlem çırpınışları buluşturdu bizleri bu kez Ardino'da, o unutulmaz kardeş sofralarında. Bu yörenin insanları olarak, yapıtlarında yürek gücü bulduğumuz, manevi varlığını gönüllerimizde yaşattığımız, İğridere doğumlu hemşehrimiz yazar Sabahattin Ali' nin 100. doğum yıldönümü törenlerinde sevgili kızı Filiz, İstanbul, Bursa, Lüleburgaz' dan Ardino kökenli öbür konuklarımızla beraber olmanın coşkusu görülmeye değerdi. Yıllarca umutsuz kalmışız belki de, ama özlemleri hiç de yitirmemiş olarak sımsıcak kucaklaştık, bol bol hasret giderdik. Böyle buluşmalar, duygusal olduğu kadar insanı düşündürüyor da. İçimizde küllenen sevgi alevlerinin birdenbire yükseldiğini seziyor, uzun uzun yıllar ardında kalan o eski İğridere ve çağdaş Ardino topraklarında yetişebilen sanat ağacının gözlerimiz önünde ihtişamla dallandığını görüyoruz. Anlaşılan o ki, sınırlar ancak devletleri birbirinden ayırabiliyor, ne denli zorlasa da gönül bağlarını bir türlü koparamıyor. Yine de geçen dönemler, bizleri içimizde gittikçe büyüyen bir çölün ortasına sürüklemiş farkında olmadan. Bizler, birbirine koşut iki ırmak yatağında ayrı ayrı akan sular gibi ömür geçirmişiz. Ve her birimiz kendi yatağında beklenmedik acılar çekmiş, engeller yaşamış, zaman olmuş depreme kapılmış kayalar gibi sarsılmış, umulmadık değişimlerin, türlü türlü ayrılıkların acısını tatmışız. İşte böyle zamanlarda bile varlığımızı yazar hemşehrimizin bizlere mirası olan öykülerinde, romanlarında bulmuş, bu dağların zümrüt enginliklerine sığınarak bugünün mutlu, yeşil sabahlarına erebilmişiz. Aslında insanoğlu böyle önemli olaylar yaşarsa vardır, olaylar da yaşatılırsa yaşar.
Katılımcılardan kimsenin unvanını bile bile anmıyorum. Salonu dolduran yaşlı ve genç öğretmenler, bürokratlar, edebiyatçılar, bülbül sesli öğrenciler, kültür eylemcileri ki, her birinin gönlünde aynı coşku, gözlerinde şimdiye kadar yaşanmamış bir olayın aynı sıcaklığı ışıyordu. Eski İğridereliler mirası, çağdaş Ardino ufuklarını okşayan o sevgi gösterileri yürekleri sarmıştı. Salonda bulunanların çoğu Sabahattin Ali' nin yapıtlarıyla, türkülere dökülen şiirleriyle yetişmiştir kuşkusuz. Ancak böylesine özel bir meclise tanıklık etmemişlerdir. Ayrıca bu kez şimdiye kadar bağrımıza basma fırsatı bulamadığımız öz kardeşimiz, sevgili Filiz de aramızdaydı. Gönlümüz öylesine rahattı ki, saygılı üstadımız bu kutsal buluşmaya bizzat kendisi gelemediği için vekaleten onu göndermişti sanki. Ve bizler, cümlemizin beşiği olan, ünlü Sabahattin Ali' nin doğduğu, ninniler dinlediği bu mekanlarda kardeşimizi de aramızda görmenin mutluluğunu ilk kez yaşıyorduk. Gözpınarlarından dökülen sıcak damlalar da yıllar yılı içimizi ısıtan özlemin, sevginin aydınlığını ifade ediyordu...
Sanatçısına her zaman saygılı olan, bu tür sevgi gösterileri düzenleyerek kardeş sofralarında buluşturan Ardino' lu aydınlar huzurunda saygıyla eğilmekten başka bir şey düşünemiyor, emeği geçenleri sevgiyle kucaklıyorum.
--------------------------------------------------------

BİR OLAYIN ÖYKÜSÜ


K I Z K A R D E Ş L E R


Kasaba çıkışındaki hastane binası, soğukta titreşen ıhlamur ağaçları arasında ağarıyordu. Havalar serin olduğu için besbelli kırlar boş, sokaklarda in cin yoktu. Sıcak, ak pak odalar, derdine derman arayanlarla doluydu. Kimileri yatağına uzanmış bakışlarını tavana, kimileri pencereye dikmiş kendi dünyalarına dalmış gitmişlerdi. Baş başa verenler, birbirlerine yürek gücü sağlamak için fısıltıyla dertleşenler de bulunuyordu. İlle hepsinin ortak bir yanı vardı bir de: hastalıklarıyla baş başa olmanın üzüntüsüne katlanmak...

Hatice hastaneye üç dört gün önce gelmişti. Bulunduğu ortama bir türlü alışamıyordu. Bir bakıma yalnız sayılmazdı. Dolayında kendisi gibi derman aramaya gelen onlarca insan vardı, ama içi rahat değildi işte. Düşünüp duruyor, bu kalabalık arasında kendini kimsesiz yapayalnız hissediyordu. Bilinçliydi elbet hastaneydi burası, tatil köyü değildi. Gene de içindeki terkedilmişlik sezgisinden kurtulamıyordu. Ve sık sık yatağında doğruluyor, bakışlarını pencereye dikerek kırları izliyordu. Bakışları dallar ardında kalan, üzerine gelişigüzel çizgiler çekilmiş gibi görünen ve uzaklaştıkça kaybolup giden yola takılınca hayallere dalıyordu. Bugün hastaları ziyaret günüydü. Saat ikide, olmadı en geç iki buçukta gelirlerdi. Kimleri bekliyordu ki! Bu soğukta yaşlı anası gelebilir miydi? Kız kardeşleri ikisi de gelirlerdi kuşkusuz. Kız kardeşler hastane nedir bilmezlerdi, bilseler akşam sabah gelir, hastasını yüreklendirir, vakit tez geçerdi, ille hastanede yatmayan bunları bilmezdi ki...

Dönüyor üzülüyor, dönüyor seviniyordu. İnsanın insanlara sevgisi, insanlara özlemi en çok hastanelerde uyanıyordu besbelli. Yaşama özleminin gücü de en çok burada mı seziliyordu yoksa!

Güneş epey yükselmiş, poyrazda birbirine çarpan dalları okşuyor, kırağı bağlamış otlar üzerinde ışıyordu. Doktorlar vizite işlerini çoktan bitirmişti. Ancak duvarda asılı saatin yelkovanları yerinde mıhlanmıştı sanki yürümüyor, vakit bir türlü geçmiyordu. Arada sırada pencere önünde kuşlar uçuşuyordu bir de. Hatice, kuşların göklerde çırpınan kanatlarına selâmlar yükleyerek sevdiklerine yolluyor ve peşleri sıra onları maviliklerde eriyip gidene kadar izliyor, böyle biraz olsun içi rahatlıyordu. "Hastanede hayallenmek hastanın ilâcı mı yoksa" diye de geçiyordu aklınca.

Kapı açılınca ayıldı. Öbür hastalar gibi onun da bakışları kapıdaydı zaten. Gelen gülümseyerek yaklaştı geldi, Hatice'nin başucunda durdu:

- Hatice geçmiş olsun, burda mısın Hatice?

Bir doldu, bir doldu Hatice, gözleri önünde tüm renkler birbirine karıştı. Birdenbire boşanmayı önlemek için dişlerini sıkarak elinin tersiyle gözlerini sildi, sonra bakışları yağmur sonu tazeliğinde açıldı.

- Geçmiş olsun Hatice, gene gene geçmiş olsun...

Gelenin sıcak, yumuşak elleri yanaklarını okşuyordu. Titreyen elleriyle yüzünü okşayan avuçları kavradı yanaklarına bastırdı, bastırdı. Sıcacık dudaklarına götürdü öptü, öptü ve sesi titreyerek:

- Sen nerden öğrendin Mariya, dedi, kız kardeşim benim.

- Kocam söyledi, önceki gün pazarda duymuş, "Hatice'yi hastaneye kaldırmışlar" deyince bütün gece gözüme uyku girmedi...

Beraber büyümüşler, ev bark olunca birbirinden ayrı, çok uzaklara düşmüşlerdi. Görüşmeyeli de en azından bir yıl olmuştu. Hatice bunun için duygulanmıştı.

Kapıdan anası girdi, ardından iki kız kardeşi geldiler, yatağın dolayına dizildiler. O anda gönlü açılıverdi Hatice'nin, hastane doldu taştı, yelkovanlar çözüldü, vakit uçuyordu. Hal hatır sordular. Hasta yanında hastalıklar konuşulacak değil ya... İyi günleri andılar, yaşanılacak günlerden dem vurdular. Ve anlayıp dinleyene kadar vakit tamamlanınca birer birer vedalaştılar. Hatice gelenlerini yatağından bakışlarıyla karşılamıştı, bakışlarıyla da uğurladı. "Ne güzel bir gün, diye geçiyordu aklınca, ne güzel bir gün! Anam, kız kardeşlerim..."

Az sonra başını kaldırdı, soğuk yeller önünde sallanan ağaç dalları arasında uzanan yolca yürüyenleri izledi. Dört kişi dönüp arkalarına, hastaneye doğru bakarak yürüyorlardı. Hatice yeniden nemlenen bakışlarıyla gidenleri uğurladı:

- Canım anam dedi, kız kardeşlerim bir tane, iki tane, üç tane...

Ve gözleri dolu dolu gülümsedi...


Halit Aliosman DAĞLI


DİĞER HABERLER