Kırcaali’nin şirin ve en büyük köylerinden birisi Gluhar köyü, Türkçe ismi Sağırlar…Çocukluğum burada geçti. 3 yaşımdan 18 yaşına kadar ta Türkiye’ye yolculuk başlayana kadar…Her köşesinde çocukluğumdan bir anı vardır mutlaka ama mutlaka…
Ben burada kreşe gittim, ardından ilkokulu da burada okudum… Bizim köyümüz, Rodop Dağlarının bağrından kopup gelen ve yılan gibi kıvrım kıvrım dolaşarak geçtiği yerlere bereket sağlayan, Mestanlı ovasını geçtikten sonra bizim köye gelen ve köyümüzün yanından geçen Söğütlü ırmağının yanındaki ovaya uzanan bir köydü…Yani ova üzerindeydi. Ayrıca muhteşem Dambalı dağına bakıyordu bizim köyümüz…
***
Batısında Kırcaali ve en büyük semti Gledka , Türkçe ismi (Cebrailoğulları) ile havaalanı, Kuzey batısında zaman zaman ve sık sık Söğütlü nehrine taşlarını döken ve yuvarlayan kayalık Harmankaya…
Yazları Söğütlü nehrine doya doya girip balık tutup evin yolunu tutardık çocukluk arkadaşlarımla…Balık getirdim mi eve Babam (Rahmetli) en çok onun hoşuna giderdi çünkü balığı çok severdi, Allah rahmet eylesin…
Kırcaali’de Tarım Teknik Meslek Lisesi’ne kaydolduğum ve orada okuduğum için de yazları kendi köyümdeki devlete ait Fidan Yetiştirme Kompleksi’nde de pratik olarak yaz günleri eğitimim vardı. Hem tatil yapar, hem pratik olarak burada bulunmuş oluyordum ta güz zamanında okula başlama zamanıma kadar…
***
Devlet çiftliğinde sadece kaysı, badem, şeftali, ceviz gibi envaı çeşit fidanlar yoktu, aynı zamanda arabaya koşulan atlarımızla, sınırdan “emekli” olan kurt köpeğimiz bile vardı…
Yaz günleri çiftlik içinde karpuz ve kavunlardan oluşan çok geniş bir bostan tarlasına da sahip olunuyordu… Dolayısıyla aynı zamanda burada bekçi olan, yaşlı Bekir Agamız (Külcüler köyünden (Pepelişte. Allah rahmet eylesin şimdi) ile birlikte bu bostana da bekçilik yapıyordum yanımda Alman Kurt cinsi köpeğimiz ile birlikte…Kocaman Ay Dambalı’nın arkasında doğarken ben köpeğimle birlikte bostanda vaziyet alıyordum sık sık…Çünkü Bekir Agam rahmetli sık sık mevlitlere çağırılıyordu (Mevlithandı kendisi o yörede) ve bostana ben bakıyordum bütün gece…
***
Benim bir de atım vardı burada… Kırmızı, doruk atım…Alnından burun hizasında beyaz lekesi, ayakları beyaz ve ince yeleleri ve kuyruğu da sarışın... Ona ben bakıyordum lise yıllarında, praktikaya giderken ( “Vasil Kolarov” Selsko Stopanstvo öğrencisiydim Kırcaali’de..). Her gün onu bizim nehirde yıkar, sonra semersiz binerek nehir kıyısında koştururdum hava atardım kızlara... Üzerine semersiz binebilen ve bizim Söğütlü nehrinde kumsalda benim gibi başka koşturabilen yoktu onu... Atım beni, ben atımı çok severdim... Bir gün ben yokken, okulda iken gelmişler doruk atımı alıp götürmüşler... Çok güzel bir at olduğu için onu bölgemizde o zamanlar çekilen Alman Yapımı bir kovboy sinema filmi çekimlerinde kullanmışlar.. Geldim ama çok geçti. Kayalıktan yuvarlanmış.. Ön sağ bacağı kırıktı... Yaralı ama beni görünce kalkmak istedi kalkamazdı tabi... Gözlerinde derin bir hüzün ve acı vardı... Beni aldılar uzaklaştırdılar oradan... Nereye gittiğimi bilemez gibiydim.. Arkamdan bir el silah sesi işittim...Anladım.. Doruk atım artık yoktu. O günden sonra bir daha başka bir ata ne tutkun oldum ne de bir ata binebildim...
Bazen rüyalarımda atıma binip Söğütlü ırmağı kumsalında onunla gezinirken görüyorum. Dambalı üzerinde çıkan dolunayın aydınlattığı gecede…
HERKESE İYİ PAZARLAR!..
Yılmaz IŞIK