ASLA ATEŞLE OYNAMAYIN



Cumartesi, 02 Ocak 2016

ASLA ATEŞLE OYNAMAYIN
Hasan VARADLI
(Hikâye)

Aylardır bir damla yağmur düşmüyordu. Ortalık kurak mı kurak, güneş de tam başucumuza dikilmiş, ortalığı adeta kavuruyordu. Sanki oda bize küsmüş, madem ağaçları, çiçekleri, yeşillikleri korumuyorsunuz, alın müştakınızı, sizde yeşillikler gibi yanın, kavrulun diyordu.

Mahallenin merkezine doğru giden ana sokağın sağındaki güzelim parkın etrafı anlaşılan birkaç saat önce yakılmıştı. Kenarında bucağında hala yer yer duman tütüyordu. Kurumuş otların yanı sıra ağaç ve çiçek fidanları bellerinden kavrulmuş, yaprakları yalınlardan ütülmüş, yemyeşil donup kıvrılmışlardı. Sanki gelene geçene "Bizi neden yakıyorsunuz!... Bizde yaşamak istiyoruz, sizlere göğüs dolusu oksijen verip sağlınıza neşe katmak istiyorduk..." Diyerek boyunları bükük üzgün, yalvarırcasına soruyorlardı. Veli amcayla en yakın komşunun çeşmesindeki bahçe hortumuyla yanan yerleri söndürdük.

"Buna cahillik, nankörlük, aptallık denir. Yaşlı başlı adamlar dahi elinde sigara biter bitmez izmariti fırlatıyor yol kenarına, al sana yangın. Bazı çocuklar bir yerde biraz kuru ot görseler, çakıyorlar kibriti, ver yansın. Düşün be Allahın kulu, sadece otlar mı yanıyor? Ağaç fidanları, çiçekler, örümceği, karıncası bütün doğa telef oluyor. Yazık değil mi? Günah değil mi? Karıncaca karıncayı yaratmaya kimin kadiri var! Bu çocukların yaptıklarını ona babaları veya biz büyüklerden hiç mi kimse görmüyor, duymuyor! Böyle çocuklara iyiyi kötüyü, hayırı günahı, kim öğretecek! Biz, ana babalar, öğretmenler yani hepimiz değil mi? Hele Ağustos, Eylül ayları birçok yerde yakılmış, ütülmüş manzara görüyoruz. Öyle değil mi Ercan usta?" Dedi Veli amca.

"Söylediklerin çok doğru Veli amca, çocuklar kimin, yanan yeşillikler kimin? Yaşadığınız çevreyi yeşillik ve çiçekler içinde güzel ve temiz tutmak hepimizin görevi tabi " Diye cevap verdi Ercan usta.

Veli amca hayırlı günler dileği ile oturduğu sokağa ayrıldı. Ercan usta Hatice nineyin giriş kapısı önüne yaklaşınca on yaşlarındaki oğlu Ömer, Çocukluk arkadaşı traktörcü Nuri´nin oğlu Ergün ve sakat Esat mor dutun dibinde oturuyorlardı. Yanlarına gelince elindeki çantadan yiyecekler, yeni alıverdiği pantolon ve gömleği çıkarıp Esat´ın kucağına koydu. Esat kucağına konulan hediyeleri elleriyle yokladı, kokladı gülümseyerek boğuk sesiyle:

"Sağ ol Ercan abi, Allah bin bereket versin. Gelip geçerken beni hiç boş bırakmıyorsun" Dedi Esat.

"Sen sağ ol Esat ben yaşadıkça seni boş bırakmam, sen merak etme. Şimdilik hoşça kal" Deyip Ercan usta derin derin içini çekerek püfkürdü, kendi kendine bir şeyler mırıldanarak eve doğru yoluna devam etti. Oğlu Ömer ve Ergün peşinden koşarak ona yetiştiler ve:

"Baba bu Esat doğuştan mı kör ve topal ? Zavallı her gün o mor dudun altında oturuyor" Diye sordu oğlu Ömer.

"Oğlum gelin şu bizim avluya geçelim. Size yıllardır gizli tuttuğum sırrı anlatacağım." Dedi Ercan usta. Hızlı adımlayarak, avluya varınca asma çardağın gölgesindeki sandalyelere oturdular, Ercan usta derince içini çekip anlatmaya başladı:

"Bundan yirmi iki yıl önceydi, Ergün'ün babası Nuri ile mahalle kenarında oynuyorduk. Bir ara ben bir kibrit kutusu buldum, keşke bulmaz olsaydım. İçine baktık içi boştu, Nuri bana:

"Babaannenden başka sizde kimse yok, git evden birkaç kibrit çubuğu getir, geçen gün nasıl eğlenceli olmuştu hani." Dedi

"Nuri benden iki yaş büyüktü, dediğini yapmazsam beni ya döver ya da haftalarca beni yanına sokmaz, başka çocuklarla oynardı. Onun için her zaman dediğini yapıyordum. Bu seferde koşarak gidip getirdim.

"Nerde yakacağız?" Diye sorunca, Nuri:

"Hatice yengenin ev ardında, gel peşimden..." Dedi. Sessizce tel örgülü avluyu kaldırıp altından bahçeye girdik. Nuri kibriti çakınca kuru otlar hemen çıtır çıtır yanmaya başladı. Hafifçe esen rüzgârın yardımıyla yalınlar kenar boydan ileri doğru ilerleyerek özekte yığılı otlara sıçradı. Üç dört metrelik yalınlar sağa sola kıvrılarak önüne geleni yakmaya başladı. Nuri korku ve telaş içinde mahalle başındaki çalılıklar arasına gizlendi. Ben ise hiç bir şeyden haberim yokmuş gibi Hatice ninelere gittim. Hatice nine, biraz tombul kıvırcık kumral saçlı, işittiği her sözü taklit etmeye çabalayan küçük Esat´ı tatlı tatlı bülbüller gibi söyleyip uyuttu. Sonra çamaşır leğeninin başına geçti. Acı bir duman kokusu ortalığı sarmıştı, telaşla ikimizde dışarı fırladık, birde baktık bahçe tarafından evin çatısı tutuşmuş yanıyordu. Haykırmaya başladık:

"Yangın... Yangın var... İmdat... Yetişin komşular ev yanıyor..."

Evde bulunan tüm komşular yardıma koştu, önce yetişenler birkaç parça eşya atabildi ve alevler evi tamamen sardı. Hatice nine içeri girip Esat´ı kurtarmak için birkaç hamle yaptı, fakat zavallının korku ve telaştan yığıldı gidemedi. Sadece avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

"Esat´ım! Esat´ım yanıyor! Komşular kurtarın Esat´ımı! Diye haykırıyordu. Olay yerine henüz yetişen Şakir pehlivan Esat´ı tam nereye uyuttuğun sordu, sırtında elbiselerini çullandığı battaniyeyi iyice ıslattı, duman ve alevler içinde yanan eve daldı. Bazıları Şakir pehlivanın da yanacağından endişeleniyor, kimisi sabırsızlıkla acaba kurtarabilecek mi diye endişeyle bekliyordu. Bir ara kucağında çocuk yerde sürüne sürüne çıkmaya çabalarken giriş kapısına yakın göründü. İki kişi daha yardıma koştu. Giriş kapısının iç tarafına düşen Şakir pehlivanla Esat´ı dışarı çektiler.

"Aşk olsun şu Şakir pehlivana, canı pahasına çocuğu kurtardı. Cesur adammış." Diye konuşmalar duyuluyordu. Şakir pehlivanın kucağındaki küçük Esat ölü mü canlı mı belli değildi. Eli yüzü yanıklar içindeydi. Hemen hastaneye götürdüler.

Esat beş altı ay hastanede tedavide kaldı, fakat onun yalnız canı kurtarıldı. Sol ayağı sakat, gözleri de kör kalmıştı...

Birkaç ay sonra konu komşunun yardımıyla Hatice nineye bu iki odalı ev inşa edildi. Esat´ı da götürmedik doktor bırakmadılar, fakat zavallımda hiçbir şey değişmedi. Dünyasını kararttık, koca bir ömür boyu onu sakat ve kör bıraktık. Onun halini gördükçe kalbim sızlıyor, vicdan azabı çekiyorum. Gece gündüz Esat gözümün önünden gitmiyor. Onu Nuri ile ben yaktık, biz kör ettik, biz sakatladık, bu hali biz düşürdük, onun dünyasını kararttık."

"Baba, senin suçun yok ki, otları sen tutuşturmamışsın ya!" Dedi oğlu Ömer.

"Hayır, oğlum, bende suç ortayım, bende... Bende... Keşke o kibrit çubuğunu getirmeseydim."

"Baba, mahalle girişinde bahçede kuru otları bizde tutuşturmuştuk bir bela olmasın?" Dedi oğlu Ömer.

"Demek siz yaptınız, Veli amcayla gelirken gördük. Yeşil ağaç fidanları, çiçekler her şey yanmış..." Yanmaya devam eden yalınları hortumla söndürdük.

"Bizi affet baba, bir daha asla ateşle oynamayız, söz..." Diyen oğluna Ercan usta şöyle dedi:

"Beni kim affedecek oğlum!.. Hadi yanan yerlere yeni fidanlar dikeceğiz, ama o yanan canlılara, sakat kalan mahlûklara, mor dudun dibinde, günlerce oturup dövünen o masum Esat´ın başına yıktığımız karanlık dünya hiçbir zaman aydınlanmayacak...

Onun için siz siz olun sakın, asla ateşle oynamayın!"


YAZARIN DİĞER YAZILARI