FIRTINALI AŞK



Çarşamba, 18 Ağustos 2021

FIRTINALI AŞK
Hasan VARADLI

FIRTINALI AŞK

Ceyda  ile  Veysel  lisede  dört  yıldır  aynı  sınıftaydılar.   Ders  yılının  son  saat  arası  zil  çaldı matematik  dersi  vardı. Önceki gün  matematik  öğretmeni ev ödevi  olarak  üç  denklem  vermişti. Veysel’in önündeki sırada oturan Ceyda  arkasına  dönerek  Veysel’e:

“Matematik ödevini yaptın mı Veysel?  diye  sorunca Veysel:

 “Anaaa  yıl  sonu  heyecanından  ben  o  ödevi  unutmuşum..” Deyince  Ceyda  hemen  kendi  ödev  defterini  Veysel’e  uzatarak:

 “Çabuk hemen kopyala. Bilirsin matematik öğretmeni asla  af  etmez, görürsün  kendini  ikmalde… deyip  Veyseli  uyardı. Veysel acele elden  kopyaladı.  Öğretmen derse girince ilk işi ödev yoklamak oldu. Ödevini yapmayanlardan bir kaç öğrenciyi  tahta da  denklem  çözmekle görevlendirdi,  çözemeyenleri  ikmal sınavına bıraktı. Ders saati bitince Veysel  Ceyda’ya:

“Ceyda,  çok  teşekkür  ederim,  sen  olmasaydın yandımdı  valla.  Beraber  tatlıcı dükkanına gitme hakkını  kazandın, ne dersin ? “ Dedi,  Ceyda  da  onaylayınca  tatlıcının yolunu tuttular.  Yanyana   yürürlerken  Veysel’in  eli  Ceyda’nın  eline dokundu, bu istemeyerek yapılan temasa  Ceyda nasıl tepki  verecek  diye  ona  doğru bakıyordu. Ceyda’nın da ona doğru gülümseyerek baktığını  görünce  onun elini avucunun içine aldı, böylece ilk defa el ele tutunarak  dükkana  doğru  yollandılar. Dükkanda ısmarladıkları tatlıları yedikten sonra  Veysel  Ceyda’nın masanın üzerinde olan  elini iki elleri arasına alarak:

“Ceyda,  ben  aylardır  sana  olan sevgimi, söyleyemedim. Hep içimde gizledim.  Sıcak  gülümser  bakışlarından senin de bana karşı hislerin olduğunu  seziyordum,  ama  ya sert  tepki  verirse  diye,  bir türlü cesaret edemiyordum.  Bu günkü davranışın beni cesaretlendirdi,  sana olan aşkımı söylemeye cesaret  buldum.  Ceyda,  nerdeyse hele  bir  yıldır sana  aşıkım.  İster  inan, ister inanma,  gözlerimi  yumsam  senin güler  yüzün  çıkıyor  karşıma. İnan ben  sana  vurgunum,    seviyorum seni …  ”

“Veysel’ciğim,  ben  sana  karşı sevgi  taşıdığımı, beğendiğimi  birkaç  defa  sana karşı yaptığım hareketlerle  belli  etmeye  çalıştım, ama galiba sen bunu  sezemedin.  Ben  bir  alevi  ailesi kızı olduğum  için beni  istemiyordur,  diye  düşündüm,   Neyse  kısmet  bu  güne  imiş.  İnan,  ben de senden  çok  hoşlanıyorum.   Geceleri  rüyalarımı süslüyorsun,   gündüzleri  hayalim de hep  sensin … “               

“Ceyda, dört seneden beri hep beraberiz,  senin  ağır  başlılığın, her  zaman  nerede  nasıl davranacağını  bilen,  bulunduğun  ortamı  neşelendiren  bir  kızsın.  Alevi  olmuşun,  Sünni  olmuşun benim için hiç önemi yok,  insanın  kendi  insan olsun. . .   Ceyda, buradan  kalkınca  şu zümrüt  yeşilliklerle  süslü  Ada Tepe’ye  çıksak,  çok da  uzak  değil, en çok bir saatlik yol var, ne dersin ? “ Deyince  o  da  bu teklifi onaylayınca  Ada  Tepe  yoluna  düştüler.

Burgaz Çayının  üzerine  kurulu  köprü üstüne varınca,    şırıl  şırıl akan  berrak sularda  sağa  sola  koşuşan balıkları  bir  hayli izlediler. Köprü  üstünü  geçince  el ele tutuştular.  Kumrular gibi birbirlerine sımsıcak bakışlarla, gülümsemeler  içinde, gıvıl  yavıl  konuşmalarla  yürürlerken  kendilerini  Ada Tepe’nin eteklerinde buldular.   Ada  Tepe’ye  karşıdan  gözleriyle  değil,  bin bir efsanelerle   dillere destan    “Altın küplerle  dolu “  diye  efsanelerle  anılan  Ada Tepe’ye, artık  kendi elleriyle dokuna biliyorlardı. İşte Ceyda’nın  önünde yabani  lale çiçekleri, bir tane koparsam diye düşündü, kıyamadı, yanı  başı, sağı, solu sümbül  çiçekleri, öte yanda küme,  küme  mis  kokulu  leylaklar, menekşeler, baş uçlarında, dalları yerlere doğru sarkmış  salkım salkım bembeyaz akasya  çiçekleri,  çiçeklerde  vızıl vızıl  nektar toplayan arılar. Birkaç adım  sonra  başlayan  çam ormanı.  Aman allahım, şu güzelliğe bir bakın, bir görenin bu  manzaradan ayrılabilmesi  mümkün değil,  bu muhteşem  güzelliğe  doyum olur mu,  sanki cennetten  bir  köşe ! . . .

Oradan yukarı doğru çamlar arasından  Ada Tepe’nin zirvesine ulaştılar. Etrafa bir  bakış attılar.  Batıda  Yunus köy,  Mercan köy, biraz daha  ötelerde  Kazıklı Köy mahalleleri,  doğuda  Isbağlar  köyleri, kuzeyde Koşukavak  kasabası  ve mahalleleri. Onların önlerinde  bize  doğru aksi seda verip güneş ışınlarını bize  doğru parlattığı  şuaları ile şırıl şırıl akan Burgaz Çayı.  Koşukavak  vadisi  bütün ihtişamı ile gök  kubenin altında  süslü gelin  gibi oturuyordu. Bu manzara onları adeta büyülemişti,  hayran  kalmamak  asla elde değildi. Onlar bu muhteşem  manzarayı  seyrederek  tatlı  tatlı konuşurlarken  saat on beşleri  bulmuştu.  Koşukavakın kuzey – doğusunda  bulunan  Celve  Dağı  ve  Kuzey batısında  bulunan  Ürpek  Dağları  üzerinden  çok iri kar beyaz bulut dağları belirdi.  Güneş  şualarının  vurduğu,  üst  kısımları bembeyaz  pamuk  yığınları gibi, alt tabakaları koyu lacivertle siyah arası karanlık bir renkti.   On beş  yirmi  dakika  süre  içinde birbirlerine karışmaya başlayınca, peş peşe kulakları sar edici yıldırımlar düşmeye başladı.  Koşukavak  başlarındaki  Deli Ahatlı  köyü dağlarından  Celve Dağları bölgesi  tamamen kapandı, sanki  bu bölge artık o bulutlara karışmıştı. Çok  geçmedi  onların  üstlerine de  iri iri yağmur  damlaları düşmeye  başladı,  derken  kara bakırdan dökülürcesine  şiddetli  rüzgar  eşliğinde yağmurla karışık buz yağmaya başladı. Veysel  etrafına  bakındı,  yıldırım düşme tehlikesinden korunmak, herhangi  bir ağaca yakın olmamak için, birkaç adım yan taraftaki taşların üstünü seçti.  Kolunda  taşıdığı  montunu  elleriyle çadır gibi gerdi,  Ceyda’yı  da altına alarak taşların üstüne oturdular.  Yağmur gittikçe hızını artırıyordu. Her şiddetli  yıldırım sesinde  Ceyda’nın  vücudu  yukarı  doğru  zıplıyor,  korkudan  Veysel’in  içine girecek gibi onun koynuna  sokuluyor,  ona  sımsıkı sarılıyordu. Bir saat kadar süren  yağmur  fırtınası,  güneye Bulgar-  Yunan  sınırı  yönüne  Kara Kiraz dağlarına doğru aktarılmıştı.  Veysel   Ceyda’nın  yüzüne  bakarak:

“Ceyda,  sen  sımsıcak  çok  sevecan  bir  kızsın. seni  yağmur  dininceye  kadar  değil,  koca  bir  ömür  boyu  seveceğime söz  veriyorum… “ Deyince  Ceyda’ da  :            

“Veysel,  baksana  ortalığa  ilk  defa  baş başa  kaldık, böyle  korkunç  fırtınalı yağmura  tutulduk,  ileride bizim aşkımız da  böyle  fırtınalı  bir  aşk  olacak  olursa … “ Deyince  Veysel  de :

“Kim  bilir,  inşallah kırmızı güneşli  sakin bir sabah seheri  gibi  olur… “  Diyerek  Ceyda’yı   teselli  etmeye  çalıştı.  Omuzlarından  aşağısı sırılsıklam su içinde, oturdukları  yerden  kalkıp  şakalaşarak  geldikleri  yoldan  evlerine doğru yollandılar. 

Yaz  esnasında  Cuma  günleri  pazarda  alış  veriş  manası  ile neredeyse  her  hafta görüşüyorlardı.  Diğer  yandan  üniversiteye  giriş  sınavlarının  hazırlıklarını da  yoğun şekilde sürdürüyorlardı.  Sonuç  olarak  sınavlarda  Ceyda   Matematik  öğretmeni  fakültesini,  Veysel  de Mühendislik  bölümünü  kazanmışlardı.  Sevinç  ve mutluluk içinde  olan Veysel   annesine:

“Anne  müjde,  üniversite  sınavını  kazanmışım,  bu  nedenle  akşama  bize  çok kıymetli  bir misafir  davet ettim… “  Deyince  annesi :

“Kimmiş  o kıymetli  misafir ? “

“Bu da sürpriz olsun  anneciğim,  gelince göreceksin,  şimdi onu  karşılamaya  gidiyorum…  “ Deyip   çıktı.  Ceyda  ile buluşup  kasabada  dolaşırken  annesine  ufak  tefek hediyeler  almayı  da  unutmadılar.

Karanlık basarken   eve  geldiklerinde  Veysel’in  babası  koltuğa oturmuş televizyon izliyordu, annesi  akşam  yemeğinin  hazırlıklarını yapıyordu.  Onlar içeri girer  girmez  selam  verince  babası   yerinden  kalkarak,  annesi  de  mutfak  işini  bırakarak :

“Hoş geldiniz, hoş  geldiniz… “  Diyerek  misafiri  karşıladılar.  Ceyda   Veysel ‘in babasının  elini  öptükten sonra,  annesine  yönlendi.  Bu  sırada  annesi  gelen  misafire dikkatle  baktı,  baktı,  yüzünde ki  tebessüm  birden söndü,  yerini  hırçın bir asık surat alıverdi.  Misafirin  kim olduğunun farkına   varmış olacak ki, önüne  doğru olan ellerini ardına  götürerek :

“Veysel, bu  kız  lisede beraber okuduğunuz  Ceyda  değil  mi ?...   İstemez,  el  mel  öpmek  istemez.  Veysel  geçen sene  sınıfımızda Ceyda isminde çok alçak gönüllü, zeki,  iyi bir kız var diye anlatmıştın  ya,  ben  de  o  kızın  soyunu,  sopunu  inceledim, öğrendim … “  Deyince  Ceyda’nın  dünyası  yıkıldı.  Hemen  kapıdan  geri  dönerek  dışarı  fırladı.  Veysel  Ceyda’nın ardından :

“Ceyda,  dur,   nereye,  sen  yanlış  anladın. “ Diye haykırınca  Ceyda  da  cevap  verdi:

“Ben  anlayacağımı  anladım… “  Diyerek   ardına  bakmadan  kasabanın  yolunu  tuttu.  Veysel annesinin  bu  çirkin hareketi  karşısında  adeta  deliye  döndü.  Annesine :

“Anne bunu  nasıl  yaparsın, senin  bu kıza  karşı yaptığın,  kapıya  gelen  dilenciye bile yapılmaz.  Delirdin mi sen !...

“Delirdim elbet,  bana  sürpriz  yapacakmış,  bu  muydu  senin  sürprizin,  kalkmışın  bir alevi  kızına  benim   elimi  öptürecekmişsin.  Onunla   evlenmene  ölürümde  razı  gelmem …”

“Siz   ister  razı   gelin,  isterse   gelmeyin,  ben   Ceyda’yı   seviyorum,  anladınız   mı …”   Diye  çıkışınca  Veysel’in  babası da  söze   karışarak :

“Hanım,  ilk defa  hanemize  misafir  gelmiş,  misafire  karşı  bu  yapılır  mı ?  O gittikten sonra biz  aramızda  konuşup  bu  sorunu  hallede  bilirdik.  Senin yaptığın insanlık dışı bir hareket  … “ 

“Valla,  ben  söyleyeceğimi  söyledim  baba.  Beni  kaybetmek istemiyorsanız,  bu  sorunu  aranızda  çözün,  tekrar  söylüyorum,  ben  Ceyda’yı  seviyorum … “  

Veysel  ertesi  gün  Ceyda’yı   bulup  annesi adına özür diledi. Ceyda’da  şöyle  cevap  verdi :

“Görmedin  mi  kopan  fırtınayı.  Veysel,  Biz  ikimiz  ayrı  dünyaların  insanlarıyız.  Bu  olup  bitenlerden  sonra  görüldü  ki, artık  biz  ikimiz  asla evlenemeyiz…     Sakın  beni  bir  daha  arama … “ Deyip  gözyaşları  içinde  Veysel’in  yanından  koşarak  ayrıldı.  Bu ayrılmadan  sonra  Veysel,  cep  telefonu  ile  neredeyse  her  gün  Ceyda’yı  aradı,  cevap  veren  olmadı.  Belki  karşılaşırız  diye,  defalarca  kasaba  sokaklarında  aradı, bekledi,  yine bulamadı.

Birkaç  defa  evlerinin önünden geçen  sokak  da  evlerinin kapısını  gözetledi,  Ceyda  sırra  kıdem  basmış, asla  ortalıklarda  görünmüyordu.

Aradan  dört  yıl  geçmişti,  eylül  ayı  başlarıydı.  Veysel   üniversiteyi   bitirmiş,  inşaat mühendisi  olarak  yeni  işe  başlamıştı.  İşe  başlamasının  üçüncü  günü  öğleden  sonra  bir inşaatta  kontrole  gelmişti.  İşçilerden biri :

“Başkanım,  duydunuz  mu  bilmem,  biraz  önce  postane  yanda  kavşakta  baya  büyük  bir kaza  olmuş.  Lise öğretmenlerinden  Vera   ve  Ceyda  isminde  iki  öğretmen  ağır  yaralanmış, hastaneye  kaldırmışlar… “  Deyince   Veysel   bir  yerlere  telefon  edip,  arabasına  atlayarak  hastane  yolunu  tuttu.   Hastaneye   vardığında   hastaların  yoğun  bakımda  olduğunu  öğrendi,  beklemeye başladı.  Üç saat kadar bir zaman  sonra  hastaların birini sedyeyle  yoğun bakımdan  çıkardılar. Benzi biraz  sararmış,  solmuş,  gözleri kapalı  hasta,  Ceyda’nın  ta  kendisiydi.  Doktor bu hastanın yakını var mı  diye  sorunca,  Veysel  etrafına  bakındı,  Ceyda’lardan kimse olmadığını görünce :

“Evet,  benim.  Deyince Doktor:

“Gerekeni  yaptık,  korkulacak  bir  şey   yok.  Hemşireler  gözetim  altında  tutacaklar. Umarım birkaç  saat  sonra  uyanır…“ Diyerek tekrar  yoğun bakım ünitesine  girdi. Ceyda  yatağına  yatırılınca Veysel   başı  ucunda  beklemeye  başladı.   Gece  saat  ikilere doğru Ceyda  gözlerini  açmaya hamle  yapınca  Veysel’ de  Ceyda’nın  elini  avucunun  içine  alarak :

“Seni  çok özlemiştim  Ceyda’cığım … “  Diyerek  onu  teselli  etmeye çalıştı.  Bu sırada Ceyda’nın  anne  babası  kardeşleri  geldiler,  annesi  gülümsemeli  bir bakışla,  babası  ise hırçın  bakışla  Veysel’le  selamlaştılar.  Ceyda  on  iki  gün  hastanede  kaldı.  Bu  zaman  zarfında  Veysel  her gün  öğlen,  akşam  elinde bir deste çiçekle  Ceyda’yı  ziyarete gidip  hiç yalnız bırakmadı.  Ceyda’yı   candan  yürekten  sevdiğini  göstererek,  tekrar  onun  kırgın  gönlünü  tamir etmeyi  başardı. 

Ceyda  hastaneden  taburca  olunca,  öğlen  paydoslarında,  akşamları  iş  saatleri  sonraları  buluşup,  hep  beraber  oldular.  Düğün  tarihini  belirleyip,  düğün  salonunu da  kiraladılar. Düğün salonunda  düğünleri   gündüz  saat  on  ikilerde  başlayacaktı.  Bu gün  yarın  derken  beklenen  gün geldi.  İkişer  üçer  davetliler  gelmeye  başlamıştı.  Bu  arada  Veysel’in  anne  babası  da geldiler.  Gelin  ve  damat  ellerini  öperken  Veysel’in  annesi  yapıştırdı :

“Veysel,   ille  de  yaptın yapacağını,  ama  sizi  evime sokarım  diye   aklınızdan  sakın geçirmeyin … “

“Tamam  anne,  bize engellik  yapma da,  ne  yaparsan  yap.  Korkma,  bundan  sonra  seni  hiç  rahatsız  etmeyeceğiz.  Biz  zaten  oturacak  bir daire kiraladık. Sen  rahat ol,  güle,  güle  otur  evinde.  Sakın  burada  da  gene  fırtınalar  koparmaya  kalkışma …” Deyince  Veysel’in  babası  da  şöyle  dedi :

“Siz,  annenizin  gevezeliğine   bakmayın  oğlum,  evimin  kapıları  size  her  zaman  açık. Evlatlarım, sağ   olun, var  olun.  Sizlere  ömür  boyu  saadet  ve  mutluluklar  dilerim …  “

Hasan VARADLI 

YAZARIN DİĞER YAZILARI