FIRTINALI AŞK
Ceyda ile Veysel lisede dört yıldır aynı sınıftaydılar. Ders yılının son saat arası zil çaldı matematik dersi vardı. Önceki gün matematik öğretmeni ev ödevi olarak üç denklem vermişti. Veysel’in önündeki sırada oturan Ceyda arkasına dönerek Veysel’e:
“Matematik ödevini yaptın mı Veysel? diye sorunca Veysel:
“Anaaa yıl sonu heyecanından ben o ödevi unutmuşum..” Deyince Ceyda hemen kendi ödev defterini Veysel’e uzatarak:
“Çabuk hemen kopyala. Bilirsin matematik öğretmeni asla af etmez, görürsün kendini ikmalde… deyip Veyseli uyardı. Veysel acele elden kopyaladı. Öğretmen derse girince ilk işi ödev yoklamak oldu. Ödevini yapmayanlardan bir kaç öğrenciyi tahta da denklem çözmekle görevlendirdi, çözemeyenleri ikmal sınavına bıraktı. Ders saati bitince Veysel Ceyda’ya:
“Ceyda, çok teşekkür ederim, sen olmasaydın yandımdı valla. Beraber tatlıcı dükkanına gitme hakkını kazandın, ne dersin ? “ Dedi, Ceyda da onaylayınca tatlıcının yolunu tuttular. Yanyana yürürlerken Veysel’in eli Ceyda’nın eline dokundu, bu istemeyerek yapılan temasa Ceyda nasıl tepki verecek diye ona doğru bakıyordu. Ceyda’nın da ona doğru gülümseyerek baktığını görünce onun elini avucunun içine aldı, böylece ilk defa el ele tutunarak dükkana doğru yollandılar. Dükkanda ısmarladıkları tatlıları yedikten sonra Veysel Ceyda’nın masanın üzerinde olan elini iki elleri arasına alarak:
“Ceyda, ben aylardır sana olan sevgimi, söyleyemedim. Hep içimde gizledim. Sıcak gülümser bakışlarından senin de bana karşı hislerin olduğunu seziyordum, ama ya sert tepki verirse diye, bir türlü cesaret edemiyordum. Bu günkü davranışın beni cesaretlendirdi, sana olan aşkımı söylemeye cesaret buldum. Ceyda, nerdeyse hele bir yıldır sana aşıkım. İster inan, ister inanma, gözlerimi yumsam senin güler yüzün çıkıyor karşıma. İnan ben sana vurgunum, seviyorum seni … ”
“Veysel’ciğim, ben sana karşı sevgi taşıdığımı, beğendiğimi birkaç defa sana karşı yaptığım hareketlerle belli etmeye çalıştım, ama galiba sen bunu sezemedin. Ben bir alevi ailesi kızı olduğum için beni istemiyordur, diye düşündüm, Neyse kısmet bu güne imiş. İnan, ben de senden çok hoşlanıyorum. Geceleri rüyalarımı süslüyorsun, gündüzleri hayalim de hep sensin … “
“Ceyda, dört seneden beri hep beraberiz, senin ağır başlılığın, her zaman nerede nasıl davranacağını bilen, bulunduğun ortamı neşelendiren bir kızsın. Alevi olmuşun, Sünni olmuşun benim için hiç önemi yok, insanın kendi insan olsun. . . Ceyda, buradan kalkınca şu zümrüt yeşilliklerle süslü Ada Tepe’ye çıksak, çok da uzak değil, en çok bir saatlik yol var, ne dersin ? “ Deyince o da bu teklifi onaylayınca Ada Tepe yoluna düştüler.
Burgaz Çayının üzerine kurulu köprü üstüne varınca, şırıl şırıl akan berrak sularda sağa sola koşuşan balıkları bir hayli izlediler. Köprü üstünü geçince el ele tutuştular. Kumrular gibi birbirlerine sımsıcak bakışlarla, gülümsemeler içinde, gıvıl yavıl konuşmalarla yürürlerken kendilerini Ada Tepe’nin eteklerinde buldular. Ada Tepe’ye karşıdan gözleriyle değil, bin bir efsanelerle dillere destan “Altın küplerle dolu “ diye efsanelerle anılan Ada Tepe’ye, artık kendi elleriyle dokuna biliyorlardı. İşte Ceyda’nın önünde yabani lale çiçekleri, bir tane koparsam diye düşündü, kıyamadı, yanı başı, sağı, solu sümbül çiçekleri, öte yanda küme, küme mis kokulu leylaklar, menekşeler, baş uçlarında, dalları yerlere doğru sarkmış salkım salkım bembeyaz akasya çiçekleri, çiçeklerde vızıl vızıl nektar toplayan arılar. Birkaç adım sonra başlayan çam ormanı. Aman allahım, şu güzelliğe bir bakın, bir görenin bu manzaradan ayrılabilmesi mümkün değil, bu muhteşem güzelliğe doyum olur mu, sanki cennetten bir köşe ! . . .
Oradan yukarı doğru çamlar arasından Ada Tepe’nin zirvesine ulaştılar. Etrafa bir bakış attılar. Batıda Yunus köy, Mercan köy, biraz daha ötelerde Kazıklı Köy mahalleleri, doğuda Isbağlar köyleri, kuzeyde Koşukavak kasabası ve mahalleleri. Onların önlerinde bize doğru aksi seda verip güneş ışınlarını bize doğru parlattığı şuaları ile şırıl şırıl akan Burgaz Çayı. Koşukavak vadisi bütün ihtişamı ile gök kubenin altında süslü gelin gibi oturuyordu. Bu manzara onları adeta büyülemişti, hayran kalmamak asla elde değildi. Onlar bu muhteşem manzarayı seyrederek tatlı tatlı konuşurlarken saat on beşleri bulmuştu. Koşukavakın kuzey – doğusunda bulunan Celve Dağı ve Kuzey batısında bulunan Ürpek Dağları üzerinden çok iri kar beyaz bulut dağları belirdi. Güneş şualarının vurduğu, üst kısımları bembeyaz pamuk yığınları gibi, alt tabakaları koyu lacivertle siyah arası karanlık bir renkti. On beş yirmi dakika süre içinde birbirlerine karışmaya başlayınca, peş peşe kulakları sar edici yıldırımlar düşmeye başladı. Koşukavak başlarındaki Deli Ahatlı köyü dağlarından Celve Dağları bölgesi tamamen kapandı, sanki bu bölge artık o bulutlara karışmıştı. Çok geçmedi onların üstlerine de iri iri yağmur damlaları düşmeye başladı, derken kara bakırdan dökülürcesine şiddetli rüzgar eşliğinde yağmurla karışık buz yağmaya başladı. Veysel etrafına bakındı, yıldırım düşme tehlikesinden korunmak, herhangi bir ağaca yakın olmamak için, birkaç adım yan taraftaki taşların üstünü seçti. Kolunda taşıdığı montunu elleriyle çadır gibi gerdi, Ceyda’yı da altına alarak taşların üstüne oturdular. Yağmur gittikçe hızını artırıyordu. Her şiddetli yıldırım sesinde Ceyda’nın vücudu yukarı doğru zıplıyor, korkudan Veysel’in içine girecek gibi onun koynuna sokuluyor, ona sımsıkı sarılıyordu. Bir saat kadar süren yağmur fırtınası, güneye Bulgar- Yunan sınırı yönüne Kara Kiraz dağlarına doğru aktarılmıştı. Veysel Ceyda’nın yüzüne bakarak:
“Ceyda, sen sımsıcak çok sevecan bir kızsın. seni yağmur dininceye kadar değil, koca bir ömür boyu seveceğime söz veriyorum… “ Deyince Ceyda’ da :
“Veysel, baksana ortalığa ilk defa baş başa kaldık, böyle korkunç fırtınalı yağmura tutulduk, ileride bizim aşkımız da böyle fırtınalı bir aşk olacak olursa … “ Deyince Veysel de :
“Kim bilir, inşallah kırmızı güneşli sakin bir sabah seheri gibi olur… “ Diyerek Ceyda’yı teselli etmeye çalıştı. Omuzlarından aşağısı sırılsıklam su içinde, oturdukları yerden kalkıp şakalaşarak geldikleri yoldan evlerine doğru yollandılar.
Yaz esnasında Cuma günleri pazarda alış veriş manası ile neredeyse her hafta görüşüyorlardı. Diğer yandan üniversiteye giriş sınavlarının hazırlıklarını da yoğun şekilde sürdürüyorlardı. Sonuç olarak sınavlarda Ceyda Matematik öğretmeni fakültesini, Veysel de Mühendislik bölümünü kazanmışlardı. Sevinç ve mutluluk içinde olan Veysel annesine:
“Anne müjde, üniversite sınavını kazanmışım, bu nedenle akşama bize çok kıymetli bir misafir davet ettim… “ Deyince annesi :
“Kimmiş o kıymetli misafir ? “
“Bu da sürpriz olsun anneciğim, gelince göreceksin, şimdi onu karşılamaya gidiyorum… “ Deyip çıktı. Ceyda ile buluşup kasabada dolaşırken annesine ufak tefek hediyeler almayı da unutmadılar.
Karanlık basarken eve geldiklerinde Veysel’in babası koltuğa oturmuş televizyon izliyordu, annesi akşam yemeğinin hazırlıklarını yapıyordu. Onlar içeri girer girmez selam verince babası yerinden kalkarak, annesi de mutfak işini bırakarak :
“Hoş geldiniz, hoş geldiniz… “ Diyerek misafiri karşıladılar. Ceyda Veysel ‘in babasının elini öptükten sonra, annesine yönlendi. Bu sırada annesi gelen misafire dikkatle baktı, baktı, yüzünde ki tebessüm birden söndü, yerini hırçın bir asık surat alıverdi. Misafirin kim olduğunun farkına varmış olacak ki, önüne doğru olan ellerini ardına götürerek :
“Veysel, bu kız lisede beraber okuduğunuz Ceyda değil mi ?... İstemez, el mel öpmek istemez. Veysel geçen sene sınıfımızda Ceyda isminde çok alçak gönüllü, zeki, iyi bir kız var diye anlatmıştın ya, ben de o kızın soyunu, sopunu inceledim, öğrendim … “ Deyince Ceyda’nın dünyası yıkıldı. Hemen kapıdan geri dönerek dışarı fırladı. Veysel Ceyda’nın ardından :
“Ceyda, dur, nereye, sen yanlış anladın. “ Diye haykırınca Ceyda da cevap verdi:
“Ben anlayacağımı anladım… “ Diyerek ardına bakmadan kasabanın yolunu tuttu. Veysel annesinin bu çirkin hareketi karşısında adeta deliye döndü. Annesine :
“Anne bunu nasıl yaparsın, senin bu kıza karşı yaptığın, kapıya gelen dilenciye bile yapılmaz. Delirdin mi sen !...
“Delirdim elbet, bana sürpriz yapacakmış, bu muydu senin sürprizin, kalkmışın bir alevi kızına benim elimi öptürecekmişsin. Onunla evlenmene ölürümde razı gelmem …”
“Siz ister razı gelin, isterse gelmeyin, ben Ceyda’yı seviyorum, anladınız mı …” Diye çıkışınca Veysel’in babası da söze karışarak :
“Hanım, ilk defa hanemize misafir gelmiş, misafire karşı bu yapılır mı ? O gittikten sonra biz aramızda konuşup bu sorunu hallede bilirdik. Senin yaptığın insanlık dışı bir hareket … “
“Valla, ben söyleyeceğimi söyledim baba. Beni kaybetmek istemiyorsanız, bu sorunu aranızda çözün, tekrar söylüyorum, ben Ceyda’yı seviyorum … “
Veysel ertesi gün Ceyda’yı bulup annesi adına özür diledi. Ceyda’da şöyle cevap verdi :
“Görmedin mi kopan fırtınayı. Veysel, Biz ikimiz ayrı dünyaların insanlarıyız. Bu olup bitenlerden sonra görüldü ki, artık biz ikimiz asla evlenemeyiz… Sakın beni bir daha arama … “ Deyip gözyaşları içinde Veysel’in yanından koşarak ayrıldı. Bu ayrılmadan sonra Veysel, cep telefonu ile neredeyse her gün Ceyda’yı aradı, cevap veren olmadı. Belki karşılaşırız diye, defalarca kasaba sokaklarında aradı, bekledi, yine bulamadı.
Birkaç defa evlerinin önünden geçen sokak da evlerinin kapısını gözetledi, Ceyda sırra kıdem basmış, asla ortalıklarda görünmüyordu.
Aradan dört yıl geçmişti, eylül ayı başlarıydı. Veysel üniversiteyi bitirmiş, inşaat mühendisi olarak yeni işe başlamıştı. İşe başlamasının üçüncü günü öğleden sonra bir inşaatta kontrole gelmişti. İşçilerden biri :
“Başkanım, duydunuz mu bilmem, biraz önce postane yanda kavşakta baya büyük bir kaza olmuş. Lise öğretmenlerinden Vera ve Ceyda isminde iki öğretmen ağır yaralanmış, hastaneye kaldırmışlar… “ Deyince Veysel bir yerlere telefon edip, arabasına atlayarak hastane yolunu tuttu. Hastaneye vardığında hastaların yoğun bakımda olduğunu öğrendi, beklemeye başladı. Üç saat kadar bir zaman sonra hastaların birini sedyeyle yoğun bakımdan çıkardılar. Benzi biraz sararmış, solmuş, gözleri kapalı hasta, Ceyda’nın ta kendisiydi. Doktor bu hastanın yakını var mı diye sorunca, Veysel etrafına bakındı, Ceyda’lardan kimse olmadığını görünce :
“Evet, benim. Deyince Doktor:
“Gerekeni yaptık, korkulacak bir şey yok. Hemşireler gözetim altında tutacaklar. Umarım birkaç saat sonra uyanır…“ Diyerek tekrar yoğun bakım ünitesine girdi. Ceyda yatağına yatırılınca Veysel başı ucunda beklemeye başladı. Gece saat ikilere doğru Ceyda gözlerini açmaya hamle yapınca Veysel’ de Ceyda’nın elini avucunun içine alarak :
“Seni çok özlemiştim Ceyda’cığım … “ Diyerek onu teselli etmeye çalıştı. Bu sırada Ceyda’nın anne babası kardeşleri geldiler, annesi gülümsemeli bir bakışla, babası ise hırçın bakışla Veysel’le selamlaştılar. Ceyda on iki gün hastanede kaldı. Bu zaman zarfında Veysel her gün öğlen, akşam elinde bir deste çiçekle Ceyda’yı ziyarete gidip hiç yalnız bırakmadı. Ceyda’yı candan yürekten sevdiğini göstererek, tekrar onun kırgın gönlünü tamir etmeyi başardı.
Ceyda hastaneden taburca olunca, öğlen paydoslarında, akşamları iş saatleri sonraları buluşup, hep beraber oldular. Düğün tarihini belirleyip, düğün salonunu da kiraladılar. Düğün salonunda düğünleri gündüz saat on ikilerde başlayacaktı. Bu gün yarın derken beklenen gün geldi. İkişer üçer davetliler gelmeye başlamıştı. Bu arada Veysel’in anne babası da geldiler. Gelin ve damat ellerini öperken Veysel’in annesi yapıştırdı :
“Veysel, ille de yaptın yapacağını, ama sizi evime sokarım diye aklınızdan sakın geçirmeyin … “
“Tamam anne, bize engellik yapma da, ne yaparsan yap. Korkma, bundan sonra seni hiç rahatsız etmeyeceğiz. Biz zaten oturacak bir daire kiraladık. Sen rahat ol, güle, güle otur evinde. Sakın burada da gene fırtınalar koparmaya kalkışma …” Deyince Veysel’in babası da şöyle dedi :
“Siz, annenizin gevezeliğine bakmayın oğlum, evimin kapıları size her zaman açık. Evlatlarım, sağ olun, var olun. Sizlere ömür boyu saadet ve mutluluklar dilerim … “
Hasan VARADLI