Ekonomik krizin hızla yayıldığı bir ülkenin, başkentinden yaklaşık olarak iki yüz otuz kilometre Güneyinde bulunan bir şehrin işsiz bir hemşiresiydi Leyla. Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan, nazik bir dille iş çıkışı eline verildikten sonra, bir buçuk yılını kapı kapı iş aramakla geçirmiş, gitmediği iş görüşmesi, yalvarmadığı eşi - dostu kalmamıştı. İş bulmak çok zordu o dönemde. Daha da zor olacağı belirtileri her gün gündeme getiriliyordu; kah televizyonlardaki; kah gazetelerdeki haberlerde. Ne iş olursa olsun, çalışmaya razıydı Leyla. Tıpkı onun durumunda bulunan diğer insanların olduğu gibi; razıydı.
Mesleğini sadece bir ekmek teknesi olarak değil, bir tutku ve yardımseverliğin sembolü olarak nitelendiriyordu kendince. Hemşirelik bölümünü kazandığını öğrenince içi içine sığmamıştı yıllar önce. Bu mutluluğunu, bir tava baklava yapıp, apartman önündeki masaya gelenlerle birlikte kutlamıştı. Çoluk - çocuk, genç - ihtiyar, herkes az da olsa tatmıştı mutluluğun baklavasından. Sonra da dört yıl üniversite günleri, iki yıl da yüksek lisans derken, mezun oluvermişti. O güzel yıllardan en çok hatırladığı üniversite sıralarında oturduğu arkadaşları veya dersleri değil; anneannesinin her sınav öncesinde okuduğu dualı su ve her sarıldığında kucağında bulduğu huzurdu.
Leyla'nın kalbinde ihtiyar insanlara karşı çok büyük bir sevgi ve saygı vardı. Onları çok seviyor, merhametli davranıyordu. Nerde elinde poşetli bir ihtiyar görse, mutlaka yardım eder, işini - gücünü bırakır, onunla sohbete dalardı. Bu da anneannesinin pek hoşuna gider, pek övünürdü torunuyla. Bu yüzden de Huzurevi'ndeki iş görüşmesine büyük bir sevinçle gidiyordu bugün. Emekliliğine dört yıl olmasına rağmen nedendir bilinmez, yıllardır orda çalışan Naime hemşire işinden kendi isteği üzere ayrılmış, gazete satmaya başlamıştı. Leyla, anneannesinin hayır duasını aldıktan sonra, yeni tadilat edilen binanın üçüncü katındaki bekleme odasına vardı. Hayret, ondan başka kimse yoktu. "Görüşme saatini karıştırdım galiba.", diye içten içe söylendi. Üzülmeye fırsatı olmadan, Başhekim Münevver hanım bekleyen genç kızı odasına davet edip, iş şartlarından kısa ve net bir şekilde bahsetti. Yani, beş dakikalık bir görüşme sonucunda Leyla hemşire işe alınmıştı. Şartlar da, Münevver hanıma göre çok basitti zahir. "Üç maymunu oyna, çalış istediğin kadar!"
Görmedim.
Duymadım.
Bilmiyorum.
Garipsedi bunları gerçi. Lâkin çalışmalıydı. Bu işe çok ihtiyacı vardı. "Ah, şu kriz olmasaydı da üç maymun mudur, üç maymunun dansı mıdır nedir size gosterseydim!", diye diye Huzurevi'nden ayrılıp, müjdeli haberi vermek için telefona sarıldı.
"Üç maymun mu?, demişti anneannesi titrek ve o incecik sesiyle. "O da ne ola ki, gızanım?", diye de gülmüştü ihtiyar kadın. Leyla anlatmaya çalışsa da, kendisi bile bu şartlara pek uyamayacağının farkındaydı. Ama işte, bu kör olasıcası kriz olmasaydı keşke...
İşe başladığı ilk gün tüm personelle tanıştı ve Huzurevi'nde kalan nine ve dedelerin elini teker teker öptü. Belli ki buna pek de alışkın değildiler, her birinin yüzlerinde anlamsız, biraz da çekingen bir ifade vardı. "Yeni hemşire pek genç, pek güzel, maşallah! Fazla dayananaz, kaçar burdan bu gızan. Kimler geldi, kimler geçti onun gibi, eeyy!", cümlesini işitince gülümsedi Leyla. Ve o an, o saniye, her ne olursa olsun burda kalabilmek için mücadele edeceğine kendi kendine söz verdi. Burda, bu insanların yanında olmak, onlara yardım etmek, onlarla sohbet etmek ve onların eskiye nazaran bitip tükenmeyen hatıralarını dinlemekten çok mutlu olacağını hissediyordu.
Günler hızla geçiyordu Huzurevi'nde. İğne yapmak, serum takmak hep bildiği şeylerdi. Leyla'nın ise asıl istediği burdaki herkesle oturup konuşabilmek, dertleşmek; onların hayatlarından bir parça olabilmek. Kendini sevdirmek değildi amacı, güven aşılamaktı daha çok. Ama gün geçtikçe görüyordu ki, ne bir nine ne de bir dede onunla "Günaydın, hemşire hanım'dan" öte bir sohbete cesaret edemiyordu. Hem neydi o "hanım" kelimesi öyle. Kendisini çok ihtiyar hissetmesine sebep olan bir kelimeydi bu. "Otuz yaş çok değil ki, ben taa gızanım!", diyordu anneannesine eve varınca. "Hemşire kızım deseler ya, ninecığım", diye de söyleniyordu bazen. "Başka bir şey var orda. Başka bir duygu onlarınki. Bazen benden korktuklarını düşünüyorum. Tıpkı diğer personel görevlilerinden korktukları gibi. Ama neden? Aklım almıyor, nine. Bu meseleyi kurcalamak gerek. Böyle sessiz sedasız olmaz; bağlasalar duramam ben. Ordaki nine ve dedelerin kimseye bir zararı yok ki. Ekmek versen, yiyorlar; su versen, içiyorlar. Yoksa çıtları çıkmıyor kimsenin. İçimi kemiren bu durumu aydınlığa kavuşturmak gerek bence. Öğrenmem gerek. Orda neler dönüyor, nedir bu korkunun sebebi mutlaka öğrenmem gerek, nine. ", diye isyanlarda bulunuyordu Leyla.
Öğrenmesi zaman aldı, tabi. Ama öğrendi. "Üç maymun" demişti ya Başhekim. O gün ne olduğunu anladı Leyla. O gün...Yetmiş iki yaşındaki Salih dedenin sırtındaki morlukları tesadüfen gördüğü gün. Gerçi son zamanlarda çeşitli bahaneler bulup, ihtiyarların yanında daha fazla zaman geçiriyor, giysilerini değiştirmelerine, hiç yapmaması gerektiği halde, yardımcı oluyordu. Salih dede her ne kadar da "İstemeden kapıya çarptım, hemşire hanım" dese de, yüzündeki korku herşeyi anlatıyordu. "Şiddet görüyorlar demek ki! Bu yaştaki insanlara, son yıllarını, belki de son günlerini mutlu bir şekilde geçirecekleri halde, şiddet de neyin nesi? Nasıl bir vicdan bu, Allah'ım?", diyerek ağladığını fark etti. "Üç maymunun" ne olduğunu iki ayda öğrenmiş oldu Leyla.
Başhekim Münevver hanım duydukları karşısında pek şaşırmış olmayacak ki, Leyla'yı sakin bir şekilde orta şekerli sabah kahvesini yudumlarken dinledi ve işte kalmak istiyorsa gözlerini, kulaklarını ve ağzını her daim kapalı tutması gerektiğini vurguladı. Genç hemşire ise sinirinden yerinde duramıyor, "Ne kriz derim, ne de ac kalacağım derim. Yaptığınız yanlış. Ve siz bu yanlışa ortak oluyorsunuz. Bir gün bu insanların yerinde siz de, ben de olabiliriz. Bu insandışı muameleye nasıl göz yumarsınız? Akşamları yastığa başınızı nasıl koyarsınız? Bu nasıl bir vicdan? Bu nasıl bir insanlık?", diyerek gerekli kışı ve kurumlara şikayet edeceğini haykırıyordu.
On gün boyunca yapılan tüm soruşturmalar ve incelemeler sonucunda, başta Başhekim olmak üzere tüm personel çalışanları işten uzaklaştırılıp, hepsine dava açıldı. Avukatın söylediğine göre hiç biri
mesleğini icra edemeyecekti bundan sonra.
Leyla'nın vicdanı rahat bir şekilde Huzurevi'ndeki ıhlamur ağaçlarının yoğunlukta olan ön bahçeye çıktığında, yanına gelen ihtiyarların hep bir ağızdan "Sen bizim kahramanımızsın, hemşire kızım!" cümlesi de mutluluktan ağlamasına sebep oluvermişti.