Rıfat Yağcı: "Bir daha asla, bir daha asla dokunmayın dilimize, dinimize ve de ismimize!"



Pazartesi, 24 Aralık 2018

Rıfat Yağcı: 24 Aralık 1984 yılında Tosçalı ve etraf köylerden yaklaşık 3000 kişi Sütkesiği'ne gelip Bulgarlaştırma sürecine hayır dediler. Ancak burada Polisin sert tepkisiyle karşılandılar. Birçoğu dövüldü, hapishanelere ve toplama kamplarına gönderildi. O olayların organizatörlerinden Hallar köyünden şuan İstanbul'da yaşayan Rıfat Yağcı'nın konuşmasını siz kıymetli okuyucularımıza sunuyoruz.

Sevgili hemşerilerim, kıymetli misafirler, çok değerli dava arkadaşlarım...

Yıllar boyu bizler bu meydanı 1 Mayıslarda, 9 Eylüllerde doldurduk, bu meydanda bir araya geldik. Ancak öyle bir tarih var ki, bu meydanın bir meydandan çok, bir umudu yeşerten simge ve bir anıt olmasına neden olan... 24 Aralık 1984.

Bu tarih belki de birçoğumuz için sadece takvim yaprağından ibaret olsa bile aslında birçok kıvılcımın ateşlendiği "özgürlük" adına çaktığımız bir kibritin büyüyüp bir yangın olmasına şahit olan bir tarihtir. Evet, aslında sorulması gereken kilit soru şudur "neydi ve kimdi özgürlüğümüze ve Türklüğümüze göz diken?". Cevabı ise çok basit.

Dönemin komünist rejiminin "tek millet tek devlet" kararıyla başlayan asimilasyon ve yıldırma politikaları, 1970'li yıllarda Pomak ve çingenelerin isimlerinin değiştirilmesiyle hız kazanmıştı, 1980'li yıllarda ise zirve yaptı. Sanki günden güne sıra Türklere geliyordu. Önce Türkçe yayınlar yasaklandı. Okullarda ise zaten kısıtlı olan Türkçe dersler tamamen kaldırıldı. Yetmedi bir de anadilimizde konuşmamız engellendi. Yasakların yanı sıra sık sık "dırjavna sigurnost" ajanlarının ve onların işbirlikçilerinin baskılarına maruz kalınıyordu. Köylerdeki gençleri asılsız suçlarla yargılamak adına, kışkırtma amaçlı Türk bayrağı asılıyor, camiler soyuluyor, samanlıklar yakılıyordu. Her defasında da köylerdeki gençler sıra dayağından geçiriliyordu. Aslında olayın iç yüzü kelimelere döküldüğü kadar masumane değildi. Geceleri köyler basılıyor, zorla isimler değiştiriliyor ve karşı gelenler akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz bırakılıyordu. Nasıl unutabilirim babamın kafasına aldığı darbeyi, nasıl unutabilirim arkadaşlarımın gözümün önünde itilip kakılmasını ve nasıl unutabilirim ardımda bıraktığım gözü yaşlı annemin feryatlarını ve ben nasıl unutabilirim Hotaşlı'nın bir mahallesindeki o yaşlı teyzenin karnına indirilen tekmeden sonra hıçkırıkla ağlayışlarını ve de yaşlı amcanın hançer gibi sözlerini:
"Beni Bulgarlardan çok bir Türk dövdü, en çok o ağrıma gitti. Keşke maskesi düşüp de onu tanımasaydım."

Halkımız evlerine giremiyor, genç, yaşlı, çoluk çocuk dağlarda yaşıyordu. Soğuk kış gecelerinde üşümemek için ormanlarda kulübeler yapılıyor, kuyular kazılıyor ve oralarda kalınıyordu.

Bizler ise halkımıza yapılan bu zülüm karşısında sessiz kalmak istemiyor ve bu içinde bulunduğumuz karanlık günlerden nasıl kurtulacağımızı tartışıyorduk. Sık sık toplanıp durum değerlendirmeleri yapıyor, halkımız baskın yemesin diye geceler boyunca nöbet tutuyorduk fakat artık çember daralıyor ve sinirler geriliyordu. Bu amansız derde çare bulmalı ve dur demeliydik.

Uzunca sohbetler ve istişareler sonunda 1984 yılının 23 Aralık gecesi "birlikten güç doğar" parolası ile topluca hareket etme kararı aldık. Tosçalı ve Hallar gençleri ile birlikte aldığımız karar neticesinde 24 Aralık günü, Sütkesiği Meydanı'nda barışçıl bir miting yapmayı planladık. Burada netice alamazsak Kırcaali, orada da olmazsa Filibe'ye yürüyecektik. Çıktık bir kez bu yola, yoktu bu işin dönüşü, sesimizi duyurana kadar devam edecektik. Ancak işbirlikçiler de boş durmuyordu, bu nedenle çabuk hareket etmek zorundaydık. Arkadaşlarımız ile beraber Karamustafalar, Çıraklar, Happollar, Dedeler, Mıstavacıklar, Yusupaşalar, Amatlar'da tek tek gezdik evleri. Civar köylere de haberciler gönderildi. Bir zincir olmak için çıktığımız bu yolda 23 Aralık gecesi, üstümüzü sırılsıklam eden kar yağışına rağmen sabahın 4'üne kadar dolaştığımız köylerden zincirimize birçok halka ekledik ve Jivkov rejimine "dilimize, dinimize ve ismimize dokunma" demek için döküldük yollara... Tosçalı'ya vardığımızda hainler muhtarlık çevresine toplanmış, halka "gitmeyin, suç işliyorsunuz" diye sesleniyordu. Bizler ise "Türk olmak suç mu? Hayır. O zaman yola devam!" Dedik. Mırsallar altından şöyle dönüp bir arkama baktığımda, adeta bir mahşer kalabalığı tek yürek olmuş hainlere dur demek için bu meydana yürüyorlardı. Tabi ki de bu meydanda bizi ellerinde çiçekler ile bekleyen piyonlar görmeyi beklemiyorduk fakat bir savaş meydanındaymışçasına olmayı da... bizlere uygulanan şiddete karşı tabi ki de göğüs gerecek ve direnecektik. Ve o gün 24 Aralık 1984' de direnişin ilk kıvılcımı parlamıştı.

Bu direnişler barışçıl direnişti. Bulgaristan Türklerinin onurunu koruyan bu direnişleri sağlayan, hapis ve sürgünleri göze alan ve hatta göçlerle yerinden yurdundan edilen; ancak, Türk olmaktan zerre kadar taviz vermeyen kahramanlarımızı buradan kutluyor ve bu dava uğruna şehit düşenlere Allah'tan rahmet diliyorum.

O günlerde yaşadıklarımız, kelimelerle bile anlatılamayacak derecede ağır ve hüzün doludur... O günleri yaşayanlar, o günlere şahit olanlar; bu meydana her geldiğinizde yürekleriniz buruk, tüyleriniz diken diken de olsa, gurur dolu gözler ve kalplerle bu sene de olduğu gibi her yıl bu meydana koşun! O günlerin efsanesini duyan gençlerimiz de her yıl bizlerle olsun ve de her yıl beraberce burada olalım. Çünkü biz Türklüğümüzü koruduk, çünkü biz dinimizi koruduk, çünkü biz ismimizi koruduk ve çünkü biz o gün Sütkesiği'nde direnişin simgesi olduk.

Bu direnişler sonrasında, 11'i bizim bölgemizden olmak üzere 517 kahraman belene toplama kampına gönderildi. Nice işkence ve hapis gününden sonrada Bulgaristan'ın farklı bölgelerine sürgün edildiler. Bunlar haricinde yaklaşık 1000 kişi ise keyfi olarak hapis ve sürgünlere gönderildiler. Ta ki demokrasi gelene kadar... Bulgaristan Türkleri isimlerinden vazgeçmedikleri için özgürlüklerinden alıkonuldular, hapis ve sürgünleri yaşadılar. Evlerinden ve ülkelerinden edilerek zorunlu göçe tabi tutuldular. Bu insanlar sadece anayasal hakları olan ana dillerini konuşmak, örf ve adetlerini sürdürmek, dini ibadetlerini yerine getirmek ve Türk gibi yaşamak için mücadele ettiler.

Biz Bulgaristan Türklerinin en önemli özelliği, yaşanan onca talihsiz olaya rağmen bir kez olsun devletine bir taş, bir sopa, bir silah göstermemiş oluşumuzdur. İnsanca yaşama haklarımızı ararken şiddeti değil yalnızca sesimizi ve kalemimizi kullanmamız, bizi mücadelemizde her zaman haklı kılmış ve kılacaktır da...

1984-1989 yılları arasında 20'ci yüzyılın en büyük insanlık trajedilerinin birinin yaşandığı Bulgaristan' da devlet yetkilileri "Bulgaristan Türkleri kendi istekleriyle kendi kökenini bulmuşlardır" dedi ve bu olayı da "soya dönüş (vızroditelen protses)" olarak adlandırdı. 1,5 milyon türkün isimlerinin değiştirildiği, yüzbinlerce insanımızın Türkçe konuşmaktan dolayı ceza ödediği, neredeyse herkesin dayaktan geçirildiği, silah zoruyla isimlerini değiştirmek zorunda bırakıldığı nasıl bir soya dönüştü bu? 800 bin kişinin yerinden yurdundan edildiği zorunlu göçe ise "büyük seyahat (golyamata eksgurziya)" adını verdi. Bunca insanın malını mülkünü bırakıp gideceği nasıl bir seyahattir bu? Aslında bu olayın böyle olmadığı dünya devletleri, halkımız ve asıl en önemlisi Bulgar halkı tarafından biliniyordu. Sadece Bulgar devleti bunu kabullenmek istemedi. Yaşanan bu trajedide içimizi yakan devletin bu zulmü yapanları bulup hesap sormaması, adalet önüne çıkartmaması olmuştur. Devlet mutlaka bu zulmü yapanları bulup hesap sormalı, adalet önüne çıkartmalıdır. Aksi takdirde yıllar sonra hesap soracak birileri kalmayacak ve bu zulmün vebali maalesef Bulgar halkının sırtında kalacaktır. Bizler o günleri unutmadık, unutmayacağız da. Halkımız bu zulmün hesabını mutlaka soracaktır hatta tarih bir gün bu zalimlerin kendi çocuklarını bile karşılarına dikecektir.

Sözlerimin sonuna gelirken sizlere şu mesajı vermek istiyorum, bunca zulüm ve eziyetten sonra bizler bugün yine bu meydandayız. O zamanlarda 80 yaşındaki dedem ve 50 yaşındaki babamla olduğum gibi şimdi de 7 den 70'e hepimiz buradayız, 34 yıl önce sokulmadığımız bu meydanda, özgürlük meydanında. Şehitlerimizi anmak, kahramanlarımızı alkışlamak, acı ve ıstırap dolu o günleri anlatmak için, unutmamak için. "geçmişini bilmeyen geleceğine sahip çıkamaz" işte bu yüzdendir ki sizler çocuklarınızla el ele bu meydana gelin, 34 yıl önce sokulmadığımız bu meydana, özgürlük mücadelemizin anısına... Özgürlük ümidimiz olan bu meydanda çeşmenin başında şimdi daha yüksek bir sesle...
"Bir daha asla, bir daha asla dokunmayın dilimize, dinimize ve de ismimize!"

24 Aralık 2018
Rıfat Yağcı




DİĞER HABERLER