YOKSA TÜRK DİLİ YOK MU OLUYOR?



Cuma, 03 Aralık 2010

YOKSA TÜRK DİLİ YOK MU OLUYOR?Türk Dili üzerine Doç. Dr. İbrahim Yalımov ile söyleşi

İsmail KÖSEÖMER

- Değerli Hocam kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

- Öncelikle Türkçe basılan gazetenizin okurlarınızı saygıyla selamlıyorum. Bildiğiniz gibi ben Doç. Dr. İbrahim Yalımov'um Uzun yılar bilim alanında çalıştım. 1972 ile 1992 yılları Bulgar Bilimler Akademisinin (BAN) çeşitli enstitülerinde görev yaptım. 30 yıllık görev sonucunda emekliye ayrılınca, çalışma arzumu ve isteğimi kaybetmediğim için Yüksek İslam Enstitüsünde göreve başladım. Eski dönemde Cumhuriyet Türkiye'sinin fikir tarihi üzerinde çalıştım. Ülkemizdeki değişiklikler sonrasında yani yeni dönemde araştırmalarım daha fazla İslam Felsefesi ile Bulgaristan Müslümanlarının Kültürü ve Tarihi üzerine oldu ve bu yönde devam ediyor. Bu çalışmalar doğrultusunda bazı bilimsel yayınlarım ve kitaplarım var. Kısacası geçmişim bundan ibaret.

- Günümüz Bulgaristan Türkçesi ve Türk Dilinin bulunduğu durum ve konumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Türkçe. Türkçe eğitim ve Türkçenin Bulgaristan Türkleri tarafından öğrenilmesi, bilinmesi ve kullanılması konusu, kuşkusuz o kadar gönül açıcı bir konumda değil.Totaliter döneminde mevcut olan Türkçe okuma ve konuşma yasakları kaldırıldı, ama Türk Dilinin okullarda geniş bir biçimde okutulması ve öğretilmesi konusunda gerekenin yapılmadığı kanaatindeyim. Bir ulusun kültürel kimliğinin en önemli öğelerinden biri dildir. Onun yanı sıra genellikle diğer öğelerin kültür, tarih, gelenek görenek ve din olduğunu söyleriz. Kültürümüzün yaşayabilmesi, bizim var olabilmemiz için bir kere dilimizin var olması gerektir. Ancak kendi başına var olması yeterli değil, giderek gelişmesi gerek. Bahsettiğimiz bu sahada zannettiğime göre gereken yapılmıyor!

- Neye dayanarak durumun pek de içler açıcı olmadığını söylüyorsunuz?

- O zaman düşüncelerimi bir örnek ile kanıtlayayım. Büyük Millet Meclisinde okullarda Türk Dili eğitimi verilmesi konusunda epey tartıştık ve bir karara bağladık. Karar çıkınca 1992 - 93 Eğitim öğretim yılında ülke genelinde yaklaşık 106 000 genç Anadili Türkçe dersi görmek için okullarda çeşitli eğitim gruplarına yazıldığı bana aktarılan bilgiler arasındadır. Aynı şekilde son yıllarda bu rakamın giderek düştüğünü ve üzülerek söylemeliyim ki günümüzde 15 ile 17 000 arasında olduğu açıklanmakta. Yani bugün Bulgaristan'da Türk çocuklarının %20'si dahi kendi Anadilini okuyup öğrenmiyor veya öğrenemiyor... Tabi buna ilaveten en son Türk Dili kitabının 1992 yılında basıldığı gerçeğini de anmadan geçemeyeceğim.

- Sizce ülkemizdeki mevcut eğitim yapısı ve ders programı, ayrılan ders saatleri ve müfredatı Türkçenin rahatlıkla, içerik ve alıştırma bakımından dolu dolu kolayca öğretilmesine imkan veriyor mu?

- Öncelikle okullardaki dil eğitimi ile ilgili şunu belirtmeliyiz. Kanaatimce çocukların anadilini öğrenmeleri, her şeyden önce okullarda seçmeli olarak verilen Türkçe Eğitimi ve Türk Dili derslerinin zorunlu olması gerekmektedir. Bu yapılmadığı sürece maalesef birçok girişim boşuna kürek çekmeğe dönüşür! Bunun dışında da bazı konuşmalarımda belirttiğim gibi Anadili Eğitimi ta anayurdundan, anaokulundan başlaması gerekmektedir. Bahsettiğim bu durum gerçekleşse bile yeterli değildir. Uluslararası hukuka ve anlaşmalara dayanarak sadece Türk çocuklarının bulunduğu okullarda ve şubelerde coğrafya, tabiat ve başka derslerin de Türkçe verilmesinin doğal bir hak olduğunun inancındayım.

- Diyelim ki tüm engeller aşıldı ve okullarda istediğimiz biçimde geniş kapsamlı Türkçe eğitim verilmeye başlandı. Bu eğitim yeterli olur mu ve başka nelere ihtiyaç vardır?

- Tabi Türkçenin geniş bir biçimde sadece okulda görülen ders ile öğretilmesi yeterli değildir. Buna dayanarak güzel, anlayışlı, düzgün bir biçimde dolu dolu kullanılması ve hatta gelişmesi mümkün değildir. Okul dışındaki yapılacak işler başında basın ve yayın gelmektedir. Yani kitap basımı, gazete, dergi ve benzeri yayınlar yanı sıra kültürümüzü, geleneğimizi göreneğimizi sunan ve öğreten hatta yeniden keşfeden, haberleri ve gelişmeleri sunan, televizyon ve radyo yayınlarına çok çok ihtiyaç vardır. Tabi son yıllarda bizim eli kalem tutan arkadaşların hepsi birer ikişer kitap yayınladılar. Bu iyi bir gelişme, ancak bu kitaplar çok az bir kesime ulaşıyor, dar bir çevrede kalıyor. Dolayısıyla insanlarımız arasında ne gerekli ilgiyi ne de gerekli yankıyı uyandırabiliyor. Dediğim gibi Türkçenin asıl yeri iletim araçlarındadır. Televizyon, radyo, gazete, dergi, kitap gibi araçlarda Türkçeye yer verilmesi çok önemli. Saydığım son üç yazılı araçta pek bir sorun yok diyebilirim, ama gel gelelim televizyon ve radyo yayınlarına. Özel yayınların olduğunu henüz duymadım, şahit de olmadım. Resmi devlet radyo ve televizyon kanılındaki yayınlar çok yetersiz. Radyodaki 3 saatlik yayına o kadar da kötü değemeyiz. Fakat televizyondaki 10 dakikalık yayın konusunda o kadar tartışma yapıldı ve hala yürütülüyor. Oysa Türkçe haberlerin kalıp kalmaması söz konusu bile edilmemeli. Önemli olan genişletilmesidir, çünkü haber bülteniyle bu iş bitmiyor. Süre arttırılmalı ve başta kültür olmak üzere sanata, halk bilime ve daha birçok önemli öğeye yer verilmelidir.

- Bugün ülkemizde ne Türk Dili Müfettişi, ne de son yıllarda kurumsallaşan Türk Tiyatroları var. Sanki bizlere yokmuşuz gibi davranılıyor. Bu konuyu nasıl yorumluyorsunuz?

- Pek acı bir gerçektir ki Bulgaristan Avrupa Birliğine girdikten sonra ülkemizdeki azınlık haklarını genişleteceği yerde belirli bir ölçekte kısıtlamaya gidildi. Bu bağlamda her şeyden önce Türkçe Eğitimi kısıtlandı. Benim için çok önemli olan bir olay örneğin sizin Kırcaali'de yaşandı. Orada bulunan Plovdiv (Filibe) Üniversitesi'nin Şubesinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü kapatıldı, kaldırıldı. Bunun yanında okullara aktarılan yetkilendirilmiş bütçe doğrultusunda, okul müdürleri Türk Dili ders saatini azalttılar. Yani bütçede para biriktirebilmek için dört saatlik dersi iki saate indirdiler. Olacak şey değil! Bir yandan okullarda Türk Dili dersi seçmeli olarak iki saat görülüyor iken diğer yandan da bazı, hatta birçok okulda ders programından tamamen kaldırılmış bulunuyor. Sonra da bu gerçeğe dayanarak yeterli öğrenci sayısı yok diye Anadili Müfettişlerinin görevine son veriliyor. Bu hareketler çok kültürlü toplumların beraberce yaşaması, eğitim görmesi, asimile olmadan kültürünü kuruması amacından ve doğal hakkından çok uzaktadır. Tiyatro konusuna hiç girmek dahi istemiyorum.

- Son dönemde iki dillilik hatta üç dillilik konusu üzerinde tartışmalar yapılıyor. Bununla ilgili düşünceleriniz ne?

- Çift dillilik konusu çok önemlidir. Maalesef Bulgaristan'da "ötekilere" yönelik gerek devlet sosyalizminde, gerek totaliter rejim döneminde çift dillilik kabul edilmediği gibi, bu gün de ona önem verilmiyor. Gayet tabidir ki çocuklarımız hayata atılıp başarılı olmak için resmi dil olan Bulgarcayı bilmek zorundadır. Ama bununla birlikte Anadili Türkçeyi de su gibi bilmesi gerek. Pedagojik bilimlerine göre çocuk her şeyden önce anadilini öğrenmeli, sonra diğer dili. Bizde ise yıllardan beri hep bunun tersi uygulanıyor yahut başarılı bir biçimde uygulanmaya çalışılıyor. Çocuklarımıza daha yuva ve anaokullarında Bulgarca öğretilmeye çalışılıyor. Bunun sonucunda da çocuklardan belirli bir kısım ne Türkçeyi ne de Bulgarcayı iyi öğrenemiyor. Dolayısıyla da iyi bilinmiyor ve de kullanılmıyor.

- Şayet devlet politikası değilse, son 20 yılda kazanılan önemli hakların kolayca kaybedilmesi dilimize ve kültürümüze sahip çıkamamanın doğal bir sonucumudur?

- Yakınlarda Türkçe üzerine katıldığım bir program sonunda bana mesajınız var mı diye soruldu. Ben de aramızdan ayrılan değerli Ahmet Tımış'ın bir öyküsünü okudum. Orada bir ihtiyardan bahsediliyor ve bu başkahraman rastladığı her kişiye sürekli, "Yandık behey, uyanın!" diyor. Bizim halkın uyanması gerekiyor. Türkçe eğitimindeki kısıtlamalardan bahsettik, fakat anaların babaların Türkçeye fazla önem vermeyişlerinden bahsetmedik. Evlatları seçmeli dersi seçerken yabancı dil ya da bilgisayar dersi öğrensin diyorlar. Fakat çocuklarımızın büyük bir kısmının bildiği Türkçe edebi Türkçe değil. Onların sözlüğü, kelime darcığı edebi eserleri yazmaya ve bilimsel konuları anlamaya, açıklamaya, anlatmaya yeterli değil. Onların güzel ve edebi Türkçe öğrenmeleri mutlaka Türk Dili dersinde geçiyor. Ana ve babaların bu hususta çocuklarını yönlendirmeli ve cesaretlendirmelidir. Tabi burada eğitim organları tarafından çok açık oynanan bir oyun var. Türkçe seçmeli dersler grubuna dahil edildi. Onların arasında da yabancı diller ve bilgisayar dersi var. Hal böyle olunca, bu hayatta çok çekmiş ana babalar çocuğuna daha iyi bir gelecek ve maddi yönden rahatlık sağlama düşüncesiyle çocuklarına ya yabancı dili ya da bilgisayar dersini seçtiriyorlar. Ders seçimi ebeveynlerin dilekçe yazması doğrultusunda oluyor. Elbette hem yabancı dil hem de bilgisayarı bilmek günümüzde şart oldu. Ancak anadilinde başarılı olan herkes diğer alanlarda çok daha rahat başarılı olur. Üstelik maddiyat her şey değil.

- Yoksa kastınız maneviyat ve doğal haklar mı?

- Evet, bugün para en büyük değer olarak kabul ediliyor. Ancak bir insan için para ya da maddi çıkar her şeyden önemli olmamalı. Üstelik kişinin oluşumunda yeterli değil. Eğer, insanlar tüm gücünü maddi alana kaydırılırsa, o zaman hayvan ile insan arasında fark kalmaz. İnsanları hayvanlardan ayıran sahip oldukları düşünce, kültür ve manevi değerlerdir. Maneviyatı elde edebilmek için her şeyden önce dilimizi öğrenmemiz gerek. Tüm bunların yanında kişiler sahip oldukları hakları iyi bilmelidir ve onları savunmalıdır. Çünkü haklar hiçbir zaman verilmiyor, alınıyor. Biz istemezsek, diretmezsek gereken haklar verilmeyecek.

- Okurlarımıza ve Türk halkına iletmek istediğiniz bir mesajınız olacak mı?

- Başlıca mesajım, çağırım okullarımızda çözüm bekleyen bir sürü sorun var. Bunlar kendiliğinden çözülmeyecek. Türk Dili mecburi ders olabilmesi için, kendi tarihimizi ve kültürümüzü öğrenebilmemiz için ana babalar bu konularla yakından ilgilenmeli ve bu hususta öneriler sunmalıdır. Aynı şekilde okullarda verilen eğitim felsefesi değişmeli ve çok kültürlü eğitime geçilmelidir. Burada şunu hatırlatmakta yer var. Bulgaristan ayrımcılık tehlikesine karşı bir yasa kabul etti. Bu yasanın 35. Maddesinde deniliyor ki, "eğitim organları, müfredat plan ve programları derslerde çocuklara "başkalığı" kötü imaj yaratmayacak biçimde öğretmelidir". Halbuki Bulgaristan'daki tarih ve edebiyat kitapları Uyanış devrinden beri aynı tezleri savunmakta. Müslüman Türklerle ilgili yanlış ve olumsuz imaj yaratmakta. Bunun sonucunda da bizim çocuklar kendi kimliği ile bırakın övünmeği Türk olduğunu açıklarken sıkılıyorlar. Çoğu zaman göğsünü gere gere Türk olduklarını söyleyemiyorlar. Bu konuların üzerine gidilmeli. Evet, ben de bu toplumun bir parçasıyım denmeli. Sıkıntılı dönemlerden geçtiğimizin bilincindeyim, ama yarın öbürkün bu ekonomik sıkıntılar geçecek. Yarın öbür gün önümüze kültür konuları çıkacak. Onların üzerine şimdiden gitmezsek, o an geldiğinde geç olacak. Çünkü kültür ve eğitim konusu süreci bir yerden koptuğu zaman yeniden eklenmesi çok zor ve güç oluyor. Bizim bugün önümüzde duran en önemli konu her alanda uzman elemanlar yetiştiremediğimizden kaynaklanıyor. Günümüzde mevcut 52 üniversite ve kolejde bir profesörümüz yok ve sadece üç doçentimiz var! Bir profesör olmanın on beş yıl aldığını varsayarsak, bugün atılan temel on beş yıl sonra tamamlanacak. 5 yıl sonra ekilen ağıcın meyvesi yirmi yıl sonra alınacak.

- Değerli Hocam, hakikaten de gösterilmek istendiği kadar yeteneksiz miyiz?

- Eski bir gazeteci dostumuz Sofya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümünde dahi bir Türk profesörün olmamasına şu yorumu yapardı, "Ya biz Türkler çok yeteneksiziz ki, kendi anadilimiz alanında bile en yüksek derecede akademisyenler yetiştiremiyoruz ya da sistem tarafından bilinçli olarak bu hale getirildik, olanak sağlanmayarak engellendik"? Benim kanaatime göre yorumun ikinci kısmı geçerlidir. Gelişmemiz için bize gerekli olanak ve şartlar yaratılmıyor.


DİĞER HABERLER