Kırcaali otogarında İzmir´e kalkacak otobüste koltuklarımıza yerleştik. Bir çoğumuz birbirimizi tanıyorduk. Benim önümdeki koltukta Sarnıç´ta oturan bakkalcı Halil ve dört beş yaşlarındaki oğlu oturuyordu. Yanı başımda da Halil´in memleket köylüsü seksenlik Hüseyin amca.
Otobüs birçok köy ve kasabayı bir bir geride bırakarak olanca hızıyla gidedursun bakkalcı Halil´le Hüseyin amca ateşli ateşli konuşuyorlardı. Konu Bulgaristan Türklerinin asimilasyona tabi tutulmalarından söz açılınca Hüseyin amca Halil'e:
" Ey Halil´im, o zamanlar sen sekiz on yaşlarındaydın. Baban hiçbir haksızlığa göz yummazdı. Bir toplantıda milliyetçi Jivkovcuların "Bizler yalnız Pomak ve Bulgar´la karışmış ailelerin isimlerini değiştiriyoruz, Türk ailelerine dokunmayacağız..." Diye kandırmaca sözlerine karşılık söz alıp evlerinde veya yollarda yakaladıkları Türklerin nasıl adlarını değiştirdiklerini kanıt ve delillerle ispatlayıverdi. Halk onları yuhalayıp toplantıyı terk etti. "Halkı isyana teşvik ediyor ..." diye o gün daha eve varamadan polisler babanı yakalayıp Belene ölüm zindanlarına gönderdiler. Beş buçuk yıllık zaman içinde o karanlık nemli hücreler onun sağlığını tamamen almış. Hürriyete kavuşup Türkiye´ye sınır dışı edilince altı ay kadar anca yaşayabildi. Bazı olayları sen de hatırlarsın..."
" Hatırlamaz mıyım Hüseyin amca, 1984 yılının nisan ayından itibaren yakalanırız diye babam bizi bir akşam bile evde yatırmadı. Amcam Haşim kendi ailesini, babam da bizi arabasına dolduruyor, akşam karanlığı basınca Celeve dağı eteklerinde kazdıkları toprak altı mağaraya götürüyorlardı. Babam ve amcam sırayla nöbet tutarak Koşukavak kasabası tarafından gelebilecek araba ışıklarını gözetliyor, çoluk çocuklarının uyumasını sağlıyorlardı. O zamanlar otomatik silahlarla donatılmış Jivkovcular gece baskınları düzenliyor, yakaladıkları ailelere çeşitli işkenceler yaparak parasına puluna el koyuyor hatta kimileri tecavüzlere kalkışıyor akla hayale sığmayan işkenceler yaparak adlarını değiştiriyor olduklarını herkes biliyordu. Onun içinde Türk halkı geceleri ormanlarda dağlarda kazdıkları mağaralarda veya mesken edindikleri sığınaklarda gecelerini geçiriyordu..."
Bu sırada muavin işlem için topladığı pasaportların isimlerini okuyarak bir bir yolculara dağıtmaya başladı. Muavin bir Bulgar adı okudu, birileri "ben" deyip pasaportunu aldı. Birkaç isim sonra bir Bulgar adı daha okundu...
Hüseyin amca ayağa kalkarak:
"Siz bu isimleri o kadar çok seviyordunuz da niye Türk'üz diye Türkiye´ye geldiniz?... Adlarımız geri verileli nerdeyse 25 yıl oldu. Defalarca Bulgaristan´a gidip geliyorsunuz... Ayıptır yahu!... Ayıp!..."
Muavin isteyerek mi bilmem ama Hüseyin amcanın sözünü bitirmesini biraz bekledikten sonra kaş, göz ve el işareti yaparak Hüseyin amcanın yerine oturmasını bekledi ve okumaya devam etti.
Biraz sonra "Hristo MİNÇEV" diye bir isim okudu. Halil kısık bir sesle, " ben " diyebildi.
Yanındaki küçük oğlu:
" Baba, şimdi sen Bulgaristan´a gelince Bulgar oluyorsun, Türkiye´ye gelince Türk oluyorsun!... Öyle mi?..."
Bu sırada Hüseyin amcanın yüzü sap sarı kül gibi oluverdi.
"Yazıklar olsun sana be Halil! Sen de mi beş paralık Türklerdensin?... Utanmadan Türküm diyorsunuz!... Üç beş kuruş masraf için mi!... Yoksa... Mezarda yatan babanın kemikleri sızlıyor yahu... Adam bu uğurda canını feda etti... Sen ise utanmadan sıkılmadan Bulgar'ın taktığı isime "ben" deyip o kirli ada sahip çıkıyorsun... Diyecek söz bulamıyorum..." Dedi, Halil´in ardındaki koltuktan kalkıp mırıldana mırıldana arkalardaki boş koltuklardan birine geçti.
Bu anda Halil´in başına sanki bir bakır kaynar su dökülmüştü. Hüseyin amcanın tepkisi, küçücük oğlunun bile sorduğu sorular... Babasının canını ortaya atıp verdiği mücadeleler sinema belgeseli gibi bir bir hafızasında canlanmaya başladı. Şimdiye kadar bakkal işlerinden başka hiçbir şey düşünmeye fırsat bulamayan Halil´in başında sam yelleri esmeye başlamıştı. Bakkalı çakkalı unutmuştu. Başka hiçbir şey düşünemiyordu...
Yolculuk bitti, eve vardı. Hanımı ve diğer iki çocuğu daha bahçe avlusunda onu güle oynaya karşıladılar. Sarılıp "hoş geldin baba, nasıl sın, yolculuk nasıl geçti?..."diye hal hatırını sormaya başladılar. Babaları:
"İyiyim, iyi..." Diye mırıldandı, ama başında yeller esiyordu. Gece olunca herkes yatağına geçip uykulara daldı. Halil yatağında bir sağa bir sola dönüyor, kâbus gibi başında dolaşan bu düşünceden kurtulup uyuyamıyordu. Gecenin bir vakti yüreği biraz geçmişti ama bu da uzun sürmedi. Haykırarak yatağından fırladı. Rüyasında gördüğü babası hala sanki karşısındaydı ve ona "yazıklar olsun sana be evlat..." diye haykırıyordu.
Halil lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı, başını sağ sola savurarak iki eliyle birkaç defa yüzünü gözünü okşadı ve " Vay Allahlım... Ben ne yaptım... Verdik kendimizi bakkal işine... Geçmişimizi unuttuk... Beni affet baba... Yatak odasına döndü. Mışıl mışıl uyuyan eşinin yüzünü sıvazladı. Eşi birden uyanıp yatağının içine oturdu.
"Ne oluyor Halil! Sana bir haller oluyor ama inşallah hayırdır..."
Halil usulca eşi Fatma´nın yanına oturdu.
"Eeeh Fatmacığım, biz ne yaptık !..."
"Ne yapmışız, çatlatmasana beni!..."
Halil otobüste olup biteni, küçük oğlu Erol´un ve Hüseyin amcanın isyanını, rüyasında gördüğü babasının feryatlarını bir bir anlattı.
"Keşke o çamurlu Bulgarın adına "ben" demeseydim... Biz ne yaptık Fatma! İnan şimdi ben benliğimden utanıyorum... Yarından geçi yok, hep beraber Bulgaristan'a gidip isimlerimizi alacağız. Bir daha asla kendimize Bulgar adıyla hitap ettirmeyeceğiz..."
Öyle de yaptılar. İzmir'e dönüşte muavin pasaportları dağıtırken "Halil ÖZTÜRK" diye adı okununca gururla yüksek sesle "Ben" diyerek pasaportunu almak için elini uzattı. İçinden keşke komşum Hüseyin amca da, oğlum Erol da, burada olsaydı da...." Diye düşündü, sonra soydaşlarına hitaben:
"Saygılı soydaşlarım, benim gibi kendini işe kaptırıp da geçmişini unutanlara, üç beş kuruş masraftan korkanlara, ne zaman olsa alırız deyip umursamayanlara sesleniyorum. Milliyetçi Bulgarların ekmeğine yağ sürmeyelim. Zaten onlar fırsat buldukça Bulgar meclisinde dahi konuşup şunu savunuyorlar:" 25 yıldır kendini Türk hissedenler adlarını aldı, almayanlar kendini Bulgar olarak hissediyorlar..." Artık adların geri verilmesinin durdurulmasını istiyorlar...
Türklük parayla pulla satın alınmaz!
HEPİMİZ KİMLİĞİMİZE SAHİP ÇIKALIM!..."