Bilinçaltı Anıları



Çarşamba, 23 Temmuz 2014

Bilinçaltı Anıları Mustafa BAYRAMALİ Öykü

Bu haftaki Cuma namazı, öbür haftalara kıyasla biraz daha kalabalıktı. Namaz öncesi cami avlusundaki dut ağacının gölgesinde Harun dedenin etrafını sarmıştı gelenler. O anlatıyor, öbürküleri de can kulağıyla dinliyorlardı. Dede biraz heyecanlıydı. Zaten heyecanlanmamak elde mi?! Büyüyüp yetiştiği bu topraklar buralardan gideli, burnunda kokmuş, gündüz hayalinde, gece rüyalarında olmuştu. Anasının babasının, ecdadının mezarları buralardaydı.

Harun dede, göç edeli ilk defa gelmişti köyüne, yurduna. Bundan 25 yıl önce o da birki bavulu ile çoluğu çocuğu toplayıp, zorunlu göç kervanına katılmış, gitmişti buralardan. Hareket edeceği yaz emekli yaşını doldurmuş, belgelerini toplamış, yatıramamıştı. Zamanında köyünde ilk, ortaokulu bitirenlerdendi. O vakitleri bu lise dengeli tahsil demekti. Önce imamlık yaptı köyünde, daha sonraları da öğretmen oldu senelerce. Genç öğretmen nesli yetişince, başka işlerde bulundu. Muhtarlıkta sekreter, tarım kooperatifinde kasadar olarak ve saire. Artık yaşı doksana merdiven dayamıştı. Dış kıyafeti, beyaz gömlek, takım elbise, kravatı yerinde olsa da çökmüştü. Geçen yıllar derin izler bırakmıştı bedeninde. Eskisi kadar konuşkan da değildi. Anlatmak istediklerini toparlayıp, ardını getiremiyordu.

Aralarından biri:
"Bak Harun dede, sen gittikten sonra camiye minare yaptık, hem de iki şerefeli", diye övündü minareyi göstererek.

Harun dede, kafasını yana yuna çevirdi ve:
"Canım, caminin minaresi yok muydu? dedi şaşkınlıkla.

Oldukça genç görünen diğer biri:
"Harun dede, senin , beni okuttuğun okul da kapandı.. Bizim Osman komşu onu satın aldı, ahır yaptı.!"

Cevap gene yanıltıcı:
"Köyde mektep de vardı, öyle mi ?!"

Bundan sonra herkes birbirine baktı şaşkınlıkla.
Başka biri:
"Harun dede, şu karşıda kooperatif ahırı vardı, oradan öküz alıp tarlalarımızı sürer, tütün ekerdik, o da yıkıldı, onu da mı hatırlamıyorsun?"
"Hayır! Öyle bir şeyden haberim bile yok."

Harun dedenin bu durumunu bazıları hafıza zayıflığı, bazıları da bunaklık olarak yorumladılar. Kim ne sordu ise, tam yanıt alamadı.

Bir ara Harun dede ceketinin bir o cebini, bir öbür cebini yoklamağa başladı. Bir şeyler aradığı belliydi. Cebinin birinden bir fotoğraf çıkardı.

"Bakın dedi, bu Hasine yengeniz. Yanındaki de ben. Onunla 21 Kasım 1945 yılı evlendim"

Biri fotoğrafı onun elinden aldı, arkasını çevirip baktı, "Gerçekten ayni tarih", dedi hayranlıkla.

Harun dede ceplerini karıştırmağa devam etti ve bir kimlik çıkardı.
"Bakın bu da altı ocak 1985 yılı elime zorla sıkıştırılan Bulgar adlarımın kimliği" dedi.

Şaşkınlık daha da arttı.

Aradan biri:
"Bakın komşular, o kimliğini korumuş?! Bundan 29 - 30 yıl önce hepimize böyle kimlikler verilmedi miydi? Göz dağıyla?! ", dedi hayretle.

Biraz arkada kalan başka biri hemen öne atlayarak kimliği alıp baktı ve:
"Doğru komşular, tarih aynisi ", dedi.

Harun dede ceketin öbür ceplerini de karıştırmağa devam etti, başka bir resim daha çıkardı ve:
"Bu da, 19 ağustos 1989 yılı Anavatana girip, Türk toprağını öptüğüm anın bir hâtırası", dedi heyecanla.

Arka sıralardan biri öne atılarak fotoğrafı dedenin elinden alıp arkasına baktı, tarih onun dediği tarih...

Harun dedenin geldiği haberi köyde duyulmuş, kalabalık daha da artmıştı. Zaten cami, köyün yamaçlara, sırtlara serpilmiş beş mahallenin ortasında çukurca bir yerinde bulunuyordu.

Herkes şaşkınlık içindeydi. Demek insanın geçmiş anıları belleğinden silinse bile, yaşadığı en heyecanlı ve en kederli olanları bilinçaltında gizlenebiliniyor, unutulmuyor, birer hatıra veya sır olarak kalabiliyorlar. Tam bu esnada namaz vakti yaklaşmış müezzin Ezan - ı Muhammediye'yi okumaya başlamıştı. Mayıs ayının bu en güzel gününde o mübarek ses etrafı çınlatıyor, semalara dalga dalga yükseliyordu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI