Kırcaali Türk Kültür ve Sanat Derneği'nin teşebbüsü ile 21 Şubat günü Uluslar arası anadili günü kutlandı. Bu vesileyle organize edilen karşılaşmaya Vilayetimizde Türkçe öğretmenleri ve başka aydınlar da katıldı.
1999 yılında UNESKO tarafından 21 Şubat'ın Anadili günü olarak ilan edilmesi kararı olağanüstü bir olay olarak nitelendirilebilir. Hiç mübalağasız, bununla, insanlığın uygarlık yolunda bir adım daha attığını söyleyebiliriz. Kendi başına ayrı bir konu olarak işlenmeye layık olan bu mükemmel olayın burada ayrıntılarına girmek imkanımız olmayacak.
Nitekim kendimin de katıldığım bu törenli buluşmada, UNESKO'nun bu kutsal gün ile ilgili genel hatları ve önerileri ışığında ülkemizde Türk azınlığın anadili Türkçenin bölgemiz okullarında okutulması sorunlarına yer verildi, birçok yönleri incelenip tartışıldı. Burada sunulan bildirilerden, durum ile ilgili yapılan analiz tarzından provoke edilerek, bu son derece ilginç konu hakkında bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Bilindiği gibi Demokratik dönemin daha ilk yıllarında (1992)Türk dili seçmeli ders statüsüne girdi ve talimatname gereğince velilerin dilekçelerine göre arzu eden çocuklar anadilini okunmaya başladılar. Önce kitle halinde anadili Türkçeyi seçip okuyan çocuklar, zaman geçtikçe yavaş yavaş azalmaya başladılar. Her geçen ders yılında Türk dili okuyan sınıfların ve çocukların sayısı şiddetle azalıyor. Şu anda bölgemizde anadili Türkçe okuyan öğrencilerin sayısı her yır azalmaktadır. Bu hal önemsiz farklarla ülkemizin diğer bölgelerinde de benzerdir. Öğretmenlerin tahminlerine göre yakın zamanda anadili öğretimi süreci tamamıyla sona erecek ve Türk dili okul programları dışında bırakılacaktır. Böylelikle anadili Türkçe öğretimi tarihe karışma tehlikesine düşmüştür. Dolayısıyla Türk azınlığı anadilini okullarda okuyabilmekten mahrum kalacaktır.
Bu üzücü duruma birçok nedenler bulunmaktadır. Burada, yürürlükte bulunan eğitim sistemimizin çok düşük olması, öğrencilerin ve ebeveynlerin ilgisizliği, öğretmenlerden kaynaklanan bazı engellikler, okul yönetimlerinin getirdikleri kısıtlamalar ve zorluklar önemli yer almaktadır.
Fakat esas neden, azınlıkların anadillerini okullarda okuyabilmeleri ile ilgili daha baştan seçilen formülün uygunsuzluğudur. Demokratik dönemin daha ilk yıllarında, azınlıkların haklarının savunucusu olarak henüz siyasi sahneye çıkmış olan, HÖH'nin de katıldığı meclis oturumlarında etnik azınlıkların anadillerinin okullarda okutulması sorunu tartışılıyordu. Türk azınlığı, öğrenci çocuklarının birinci sınıftan sekizinci sınıfa kadar haftada 4 saat, normal, düzenli olarak, (seçmeli, saçmalı olmadan), aynen diğer esas dersler sırasında Türkçe okuyabilmelerini istiyordu. Bir milyon civarında olan Bulgaristan Türk ahalisi bunu hak ediyordu ve son derece layık idi. Burada bir hangi aşırılık için zaten söz edilemez. Artı bu isteğimiz kesinlikle resmi Bulgar diline, Bulgar Milli Kültürüne, Bulgar Milli Onuruna zerre kadar gölge düşürmüyor, onları hiçbir türlü zedelemiyor, ne de okulda öğretim sürecine çok büyük zorluklar yaratıyordu.
Ülke çıkarları ve azınlıklar için son derece önemli problemin çözümü sadece siyasi partilerin anlayışlarına, hoşgörülü ve iyi siyasi niyetlerine bağlıydı. Bu vasıfların varlığında her şey kolayca hallolunabilirdi. Maalesef siyasi güçler bu isteğimize kasıtlı olarak anlayışla davranmadılar ve gereken olgunluğu göstermediler. Takındıkları inatçı tavrı ve dikteleri ile anadilimiz Türkçenin okullarda okutulması için seçmeli ders statüsü kabul edildi. Ne yazık ki HÖH bu çalışmalarda ve tartışmalarda konu ile ilgili yeterince ısrar, özen ve direşkenlik gösteremedi. Siyasi diyalogun iyi sonuç vermediğinde, altını çizerek, yasalar dahilinde, başka çareler aranabilirdi, daha güçlü ve güvenilir vasıtalara ve kaynaklara başvurabilirlerdi
Azınlık dillerinin (bu arada Türkçenin) okullarda okutulmasına ait gelişigüzel bir formülün tasdiklenmesinden sonra bu sorunlar olmuş bitmişe bağlandı.
Fakat burada, hayatımıza demokrasi ile giren, çoğumuzun duymak ve anlamak istemediği son derece önemli bir hususu da kaydetmek istiyorum. İçinde bulunduğumuz siyasi rejimde devletin özelliklerinden biri de görevlerinin kısıtlı, sınırlı olmasıdır. O vatandaşların tüm sorunları ile ilgilenmiyor, tüm sosyal grupların her türlü problemlerinin çözümlenmesini üstlenmiyor. Bu durumda her şeyi devletten beklemek, her türlü sorunlarımızı merak ettiğimiz gibi halletmesini istemek hem doğru değil hem de imkan dışı bir talep. Dolayısıyla benzer siyasi rejimin uygulandığı ülkelerde güçlü sivil toplum bulunmaktadır. Sivil toplum ve onun kuruluşları alternatif güç teşkil etmektedir. Onları hayata getiren de toplumun ihtiyaçlarıdır. Sivil kuruluşların aidiyeti, görevi bir aracı olarak, devletin ulaşamadığı, başaramadığı noksanlıkları, boşlukları doldurmak ve telafi etmek, çözüm yolu aramak ve bulmaktır.
Sözünü ettiğimiz konu ile ilgili bu kuruluşların müdahalesiyle kazandığımız edinimin noksanlıkları bertaraf edilip mükemmel bir formüle dönüşebilir, kanısındayım. Her şey vatandaşların göstereceği anlayışa ve iyi niyetine bağlıdır. Öncelikle bu edinimi doğru değerlendirmemiz gerekir. Bence Seçmeli ders" varyantını hiçe saymak çok yanlış bir fikirdir. Belki en iyi şekil değil, ama yine de çok iyi bir edinim. "Vatandaş, anadilini seçersen onu okulda okuyabilirsin" deniliyor bize. Eğer düşünebiliyorsak bununla bizim irademiz, etnik unsurlarımıza sevgimiz, saygımız ve bağlılığımız denetleniyor. Anadilimizi seçmemek sadece bir hata değil, uçurum demek, yok olmayı seçmek demektir. "Seçmeliyi" seçmek ise sevgi demek, hayat demek, onur demek, var olmak demek vb. Yakın geçmişte yaşadığımız totaliter rejimde anadilimiz için dövüldük, sövüldük, kurbanlar verdik. Şimdi sanki bütün bunları unuttuk ve bu gün hayli bir bazılarımız çocuklarımıza anadilimizi okullarda okumalarına için izin vermiyoruz. Acaba bu anadiline sevgi saygı yetersizliği hastalığı mı yoksa başka bir şey mi? Hayret!
Anadilimizin okullarda okutulması ile ilgili başka nedenleri olduğu da anlaşıldı. Ebeveynlerin bir kısmı bazı öğretmenlerden aldıkları tehdit (çocukları Türkçe okurlarsa onlara zayıf not verecekleri) yüzünden istedikleri seçeneği yapmaktan kaçınıyorlar. Öğretmenlerin başka birileri hakikatle hiç ilgisi olmayan, Türkçenin Bulgar diline veya başka derslere engellik ettiği tezini savunmaları da ayrı bir sebep. Burada bazı okullarda okul müdürlerinin yapay olarak oluşturdukları zorluklar da bu sürece ciddi engellik teşkil etmektedir. Bunlar hep sivil kuruluşların müdahale edebilecekleri noktalardır. Pek tabii ki daha başka da bulunabilir. Fakat aktif çalışma sayesinde tüm engellerin aşılabileceğine veya zararsız seviyeye düşürüleceğine inanıyorum.
Bu hayli özel sorun ile ilgili mahiyeti ve görevi açıdan en faydalı olarak okul encümenliklerini görüyorum. Halen onların birçokları sadece kayıtlarda bulunmaktadır, pek bir faaliyet yürütmüyorlar. Bu kuruluşların acil olarak canlandırılması ve aktif faaliyete geçmeleri gerekmektedir. Bu bağlamda Türk dili Öğretmenleri Derneğinin kurulmasını candan kutluyorum. Yolunuz açık olsun, Sizlere bol bol başarılar kardeşler! Ben bu derneği mükemmel bir sivil örgüt olarak da algılıyorum. Eminim ki, o çocuklarımızın bilgili ve terbiyeli, ülkemizin onurlu vatandaşları olarak yetişmelerine büyük katkılarını verecektir.