Yaşam dediğimiz bu geniş kavramın içeriği ve gelişmesinde, mürekkep bir süreç bulunmaktadır. Nitekim, toplumumuzun ayrı ayrı bireyleri olarak, dünyaya gelir ve onun çeşit aşamalarından geçerek, her dönemin yaşantıları içerisinde, bir ömür peşinde yolunca- yordamınca yürür, son durağımıza erişiriz.
Bu dev ve geniş ,,binamızın'' içinde, bedeni, zihni, kültürü, eğitimi, terbiye vs. vasıflarının renk ve çeşitliliği ile ,,mozaik'' bir topluluk oluşturuyoruz. Bu kıymetli unsurların önemi, aktüelliği ve gerekçesi, yaşamakta olduğumuz son 20-25 yıllarda, aşılması zor bir dağ gibi, önümüze belirdi. Genel olarak, hepimizin temel yapısında, maddiyat ve kazanç, mal- mülk sorunları öncelik taşıyor. Oysa bir atasözü diyor ki: ,,Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin, testiyi denize daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır''.
Bu anlam ve görüş içinde, kendimizde oluşturabileceğimiz manevi vasıflar, öğretim- eğitim, kültür, saygı, sevgi, iyi niyetlilik, hoşgörülük, dürüstlük vs. bir o kadar lüzumlu diye düşünüyorum. Herhangi bir kişide olumsuz bir hareket gördüğümüzde, bunun, ilk 7 ayı eksik diye, sonuç yapmaktan kaçınmayız. Bu yüzden, hayatımızın her yönlü gelişmesinde eğitim ve terbiye sorunları, kendimin bir öğretmen olduğundan değil, toplumumuzun bireyi sıfatı ile de, daima ilgimi çekmiş ve adam gibi adam olmanın, önemli etkeni kanısındayım. İlişkilerimizde, karşımızdakilerin bize iyi davranmalarını, saygılı olmalarını, sevilmemizi istiyoruz. Fakat, kendimizde bu olumlu unsurlar var mı acaba?
Hepimize malum, sözünü ettiğimiz sorunlar çocukluk çağında başlar. Aile ve okul birlikte, gelişmekte olan çocuğu geleceğe hazırlar. Özellikle okul eğitimi, çocuğun sosyal hayata uyum sağlamasını kolaylaştırır, kendine ve topluma yararlı olmasını temin eder.
Velhasıl, 20 yıla yakın müdürlüğünü yaptığım, Çernooçene belediyesinin Jitnitsa / Hambarcılar/ köyü okulunda, düzenlediğimiz ebeveyn /veliler/ karşılaşmalarında ve bireysel görüşmelerimizde, kendilerine sürekli, çocukların not ve terbiye sorunları ile ilgilenmelerini ve gözetmelerini önerir, tavsiyelerde bulunurdum. Her gün ders ve karakterlerinden, tutumlarından, baskı yapmadan, kontrol etmelerinin olumlu sonuçlar verebileceğini, öğretmen ve eğitmenlerimiz de, kendileriyle konuşur, faydalı yardımlarda bulunurlardı.
Büyük çabalara rağmen, hepimiz biliyoruz ki, çocuklarımızın eğitiminde olumsuzluklar mevcut. Arkadaşlık, saygılılık, sevgi, hürmet vs. vasıflar, yerini negatif niteliklere bıraktı. Okullarımız, öğretim-eğitim görevlerini, yeterince yapamadığını esefle itiraf etmek lazım. 25 yıldır reformlar, yenilikler deneyiminde, hala çaresiz durumdalar.
Diğer taraftan, uzun yıllık eğitimcilik tecrübem bu sorunların çözümünde, velilerimizin de katkısı az olduğu kanaatine yöneltiyor. Onların yapmış olduğu bir yanlışlık dikkatimi çekiyordu- çocukların her ağlantısına inanıyor ve hemen müdür veya öğretmen odasına ,,akın" edip, diğer çocuklardan davacıydılar. Oysa, ne sınıf öğretmeninin, ne nöbetçi meslektaşımızın, ne de benim bir şeyden haberimiz yok idi. ,,Dün çekişmişler, benim çocuğu dövmüş, tükenmezini almış, saçlarını çekmiş" vs. gibi suçlamalarla, karşı tarafı seslemeden, mutlaka o ,,haksızı" karşılarına getirmemizi önerirdiler. Bu da kendi çocuklarının iştiraki ile olunca, olay değişiyor- ana-baba gözünde o ,,suçsuz" çocuk pek iyi anlıyor ki, koruntu altında. Veliler evlatlarını böyle müdafaa edince, okul- öğretmen uğraşıları boşa gitmiş oluyor. Bu davranış, yanlış bir eğitim anlayışıdır.
Terbiye sorunlarını paylaşırken, şöyle bir olay geldi aklıma. Bir baba, çocuğunun terbiye durumunu kanıtlamak için, klasik dışı bir deneme düşünmüş. Oğluna şöyle bir görev vermiş- elimdeki şu tahtaya her yaramazlık yaptığında birer çivi çakacaksın, iyi geçirdiğin günlerde birer çivi çıkaracaksın. Gün be gün, tahta çivilerle dolmuş. Oğlanı bir korku ve tereddüt sarmış olacak ki, okulda tutum ve tavırını olumlu yönde değiştirmeye başlamış. Çivileri birer birer sevinçle çıkarmış ve tahtayı bir memnuniyetle babasına göstermiş. Babasının cevabı ise: ,,Oğlum çiviler çıkmış, ama yerleri delikli, delikli boş kalmış. İyisi mi keşke çiviler çakılmamış olsaydı..." olmuş.
Aile bireyleri anlamalılar, ki çocuklarının gelişiminde, onların görevi yalnız yiyecek- giyecek, para- servet v.s. temin etmek değil, onlara her hususta örnek olmak, umut vermek, güven ve sorumluluk sağlamak da çok daha mühim. Atalarımız: ,, Nasihat vermek kolay, örnek olmak zor" diyor.
Çocuk, ailesinin vitrinidir. Büyük Alman alimi Fröbell de ,,Eğitim demek, örnek olmak, sevgi vermektir, gerisi boştur" anlayışını ortaya koyuyor.
Yaşam büyük bir hızla değişiyor. O teknoloji akıl almaz ölçülerde hız aldı ve çocuklarımızı da etkiledi; o bilgisayarlar, tabletler, ,,zeka" oyunları vs. her çocuğun evinde ve elinde. Bu durum ise, mütehassıslara göre, 2 saatten fazla oynayan çocukta ,, bağımlılık" yapıyor. Sokak oyunları, yerini tablet oyunlarına bıraktı maalesef. Ana babanın görevi işte bu teknolojiye ayrılacak zamanı iyi belirlemek, süre sınırı içinde, kontrollü bir kullanım sağlamak, olmalı.
Ailenin, çocuklarına vereceği terbiye eski zamanlardaki gibi basit değildir. Bu anlamda, ana baba çocukları ile diyalog ve ilişkilerinde, onlara sevgi, şefkat, güven, özgür olma ortamı sağlamalı, yeri geldikçe, ölçüsü kaçırılmadan çocuğu okşayıp, sevmeliler. Hepimiz biliyoruz ki, bu çağda yanlışlıklar hayli oluyor, fakat aileler, bunları kızmakla, öfkeyle, bağırmak ve azarlamakla karşılamamalı. Anlayış ve hoşgörü içinde, bizim için anlamsız saydığımız eylemleri bile, teşvik etmeliyiz.
İşte böyle. Eğitim terbiye sorunları göründüğü kadar, basit ve kolay bir süreç değil- kuruculukta kullandığımız tuğla malzemesini bütün, olmazsa kırarız, parçalarız, nasıl nasıl duvar örürüz, icap ederse duvarı da yıkıp göçürürüz. Fakat, insan dediğimiz canlı bir varlığı, düzenli şekilde geliştirmemiz veya şekillenmişliğini değiştirmemiz, hayli zor olur ve uzun çaba ister. Aksi takdirde hapishaneler ve özel terbiye okulları boş kalırdı.
Bu düşünceler akışında, hemşerimiz olan eğitimci ve araştırmacı yazar Ali Beysim Belgin'in / İzmir/ ,,Gezegenimizde sen de varsın" kitabında bu sorunları olgun ve dolgun şekilde nitelendirirken, şöyle bir örneği dikkatimi çekti. ,,Bir zamanlar babanın biri oğluna devamlı olarak ,, senden adam olmaz " dermiş. Oğlu, bu durumu üzüntü, sıkıntı ve kaygı ile karşılasa da, sessiz kalırmış. Babanın bu davranışlarını bir türlü içine sindirememiş. Zamanın geçmesi ile erişkin çağa gelen oğlan, bir gün baba evini terk etmiş, uzaklara gitmiş. Fakat kendisine yapılan bu olumsuz görüşün doğru olmadığını babaya kanıtlamayı ve hatırlatmayı hiç aklından çıkarmamış. Çalışmış, çabalamış, üniversite eğitimi görmüş ve nihayet bir vilayete vali olarak atanmış. Baba ile hesaplaşma zamanı geldiğini düşünerek, valilikte çalışan iki vali görevlisine emir vererek, babasını huzuruna getirmelerini emretmiş. Görevliler verilen adrese giderek babayı bulmuşlar ve apar topar yakalayarak yola koyulmuşlar. Adamcağız müthiş bir duygu ve düşünceler içinde harap olmuş.
Baba artık valinin kapısı önünde bekliyormuş. İçeriye girdiğinde oğlunu tanımış. Selamlaştıktan sonra oğul babaya dönerek: "Ey baba, bir zamanlar, benden adam olmayacağını söylüyordun, ben ise koskoca bir vilayetin en büyük amiri- valisi bile oldum, demiş.
Babanın cevabı yine muhteşem imiş: "Sen vali olmuşsun, yine adam olamamışsın oğlum" demiş. Vali babasına neden diye sorunca, şu cevabı vermiş: ,,Adam gibi adam olan bir vali, öz babasını bu şekilde kendi huzuruna getirmez, oğlum" demiş...
Terbiye yönünde ibret verici güzel bir örnek. Vali ol, mebus ol, bakan ol, onların her biri ayrı bir kavram. Fakat eğitimci, şaire ve gazeteci kız kardeşimiz Resmiye Mümün'ün babasına minnettarlığını ifade ettiği güzel deyimiyle, adam gibi adam olmak, bambaşka bir duygu, bambaşka bir yaşam tarzı, velhasıl hepimizde olmasını istediğimiz kutsal bir nitelik.
Hüseyin Mümün
Çernooçene /Karagözler/