Nedense; ne zaman içimi vakitsizce bir yalnızlık hissi kaplasa. Bilirim ki elimde kalacak olan tek gerçeklik ayrılığın bıraktığı kırıntılardan ibaret. İşte o zaman elimden bir şeyim gelemeyeceğini çoktan kabullenmiş olmaktan başka çarem yok. Öyle bir hal alıyor ki bedenim sözlerim ağzımda buz kesiyor adeta. İçimde ki her çığlık yüreğimde acıya dönüşmekte.
Binlerce kelime ve kurabileceğim bir o kadar cümle beynimin puslu odalarından adeta silinmekte. Ve bu durum suçlu gibi hissettirmek beni. Gece karanlığa kavuşunca yine ben bir başıma kalıyorum. Gölgen bir anda beliriveriyor odamda ve ben öyle bir hayale dalıyorum ki...
Kaçıncı hale durağında ineceğimi bile kestiremiyorum adeta. Anılarım aralıksız sağanak yağışlar gibi geçmişimi yitirmemde yardımcı oluyor. Geçmişimi dedim de belki de geçmişim bile yalanmış ne dersin?
Artık bu belirsizliklere tahammülüm yok. Farkı farkında lığında gizli kalmış dünyamda. Gülmeyen bir yüzü olan ölü bir bedenle aynı yatakta kalan sessizliğim gibi bir başıma yapayalnız belki de çaresiz.
Savrulup giden ömrüm bu dünyada acılarımı çoğaltmaktan başka ne yaptı. Hasret öyle bir hal aldı ki. Ömür yolumun her kavşağında karşıma çıktı durdu. Ateş bile artık düşlerimde yanmaz bir hal aldı. Sabrım firarda içimde kaç yağmur damlası hüznüm kaldı bilemem. Kaybolup tükenecek diye korkmaktayım bir çocuk gibi ürkek ve savunmasız.
Güneşlerimde artık pişmanlıklarım var eriyip gitmekte olan pişmanlıklarım buz kesen yüreğime rağmen. Hani gündüzüm ayrı gecelerim ise her iki avucumda sessiz. Bu sessiz dünyamda büyütmüş olduğum belki bir bulut ve solgun bir güneşten ibaret değil mi aynalarda ki geri kalmış yüzümün hüznü.
Farkı farkındalığımdaki gizli dünyam çok âşıkların intihar ettiği uzun ağaçlar bırakmadı mı geriye. Yıldızlarım ise sadece gökyüzüne eğreti tutturulmuşluktan ibaret kaldı. Ta derinlerde solmuş sönük sevdalarımda evet ben diyebildiğim kurşuni yıldızlarım.