GÖLGELENEN SEVİNÇ



Pazar, 10 Şubat 2013

GÖLGELENEN SEVİNÇMustafa BAYRAMALİKoca geçenlerde komşum elime bir davetiye sıkıştırdı.
" Dostum, torunumun düğünü var", dedi.
Otuz beş yaşındaki kızı Hafise 1989 yılı o boralı zamanlarda, eşi Selim, oğlu Salim ile beraber İngiltere'nin yolunu boyladılar. Gerçi onlar Türkiye sevdalıydılar. Olmadı . Sınır kapandı. Bağaj sıkılı kaldı. Niyet niyettir dediler, terk ettiler buralarını. Çalıştılar, kazandılar. Bir de kız çocukları dünyaya geldi. Adına Selma, dediler. Buradan on yaşlarında giden oğulları Salim orada okudu, meslek sahibi oldu. Bir pastanede işe başladı. Yuva kurma zamanı geldi. " Yabancı istemem, buralardan eş almam, olacaksa gene bizim memleketten olsun ", dedi. Gidip geliriz, baba diyarı, ata yadigarı oralarını unutmayız, unutmamalıyız, diye düşündü. Memlekette, buralarda sık sık dolaşmağa başladı ve abayı Safinaz'a yaktı. Safinaz da ona gönlünü kaptırdı. Söylenecekler söylendi. Görülecekler görüldü. Alınacaklar alındı. Sıra düğüne geldi.

Doğru doğru, dosdoğru. Komşum ve düğün sahipleri kadar ben de heyecanlıydım. Bir de düğün şehrin en görkemli restoranında yapılacaktı.

Gittik, masalara kurulduk. Önümüz dolu. Ne istersen yiyebildiğin kadar ye, ne içeceksen, midenin aldığı kadar iç. Biz de neşeyle, gururla, kadehleri tokuşturmaya, çatalları oynatmağa başladık. Hele müzik! O, kıvrak Rumeli türküleri bizi coşturdukça coşturdu. Dilimiz çözüldü. Heyecanımız en yüksek doruğa ulaşmak üzere. Bir ara bizden daha neşeli bir kız dikkatimizi çekti. Çağırıp kimin kızı olduğunu soracak olduk. Hemen arkadan biri yetişti. " Ne var ağabeyler? Söyleyin! O Türkçe bilmiyor ", dedi. Dostumun İngiltere de dünyaya gözlerini açan torunu Selma olduğunu öğrendik ondan. Sonradan Selma'nın İngiliz misafirlerle daha çok senli benli olduğu dikkatimizi çekti.

Bir ara müzik kesildi. Ortalık sakinleşti.
Sunucu:
" Biraz sabır. Söz kaynana da ", diye ilân etti.
Dostumun kızı Hafise kalktı. Elbiseleri cicili, bicili. Şıklığı yerinde. Heyecanı haklı olarak bir karış başının üstünde olduğu bakışlarından belli.

Etrafına bakındı, Bulgarca tüm akrabalarına, eşine, dostuna, misafirlerine düğün merasimlerini şereflendirdiklerinden dolayı, " Hoş geldiniz, şeref verdiniz ", diye selamladı kısaca.

Sonra döndü, İngilizce, İngiltere'den gelen misafirleri de selamlayıp oturmaya niyetlendi.
Sunucu, onu " Şimdi gene, sizce selamla tüm katılanları ", diye uyardı.

Kaynana " Ben Türkçeyi beceremiyorum o kadar ", dedi Bulgarca ve oturdu.

Biz biri birimize bakındık. Şaşkınlığımız yüzlerimizde okunuyordu. Heyecanımız, neşemiz gölgelendi. Müzik yeniden başladı. İlle biz duymuyor, Kulağımızı, içimizi bir şey okşamıyordu artık.

Bunu söyleyen de bir anne, yani kayınvalide. Üstelik Türk de! Anadili Türkçe! İlle dili okulda değil, kulaktan dolma öğrenmiş. Netice de vahim. Bizim çocuklara işte bu uygulanma niyetleniyor. Daha ötesi var. Eurostat'ın son araştırma sonuçlarına göre ülkede 11 yaş altındaki çocukların yüzde 43'nün Ana dili Bulgarca değil.

Demograf Politikaları Merkezi ise bu oranın yarısının azınlık çocukları olduğunu vurguluyor. Pedagoji uzmanları gene Anadili ne kadar iyi bilinirse, yabancı diller daha kolay ve tam öğrenileceğini öneriyorlar. Netice olarak da azınlık çocuklarına okulda Anadillerini zorunlu olarak, düzenli biçimde öğretilmedikçe Vatan dili Bulgarcanın benimsenmesinde devamlı aksaklıklar olacağı şüphe götürmez bir gerçektir. Onlar, hem Anadili ve hem de Vatan dilinden yoksun kalacakları aşikardır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI