İki ağaç, iki dut ağacı yan yana yaşıyorlar orada uzaklarda bizim köyde.
Oturup uzun, uzun seyrettim iki ağacı birinin, meyveleri taşıyamaz hale gelmiş.
Dalları boyun eğmiş. Sararmış, yıpranmış yaprakları yorgun düşmüş.
Diğerinin dalları ise baş kaldırmış göklere, dolgun geniş yaprakları.
Neşeli, neşeli savrulup sağa sola gülümsercesine sesleniyorlar komşularına;
Hey bakın görüyor musunuz? Biz temiziz, geniş dolgun koyu yeşiliz.
En iyi biz yaşarız. Bizi kuşlar, arılar, böcekler kirletmiyor, rahatsız etmiyor.
O yüzden temiziz, olgun meyveler bizim ağacın etrafına düşmüyor.
Bu arada cıvıl, cıvıl kuş sürüsü çullandı meyveli dut ağcın üzerine.
Dalmışım derin düşüncelere, iki ağaç, iki farklı hayat tarzı, yaşam biçimi.
Biri; yok arkadaş, ben doğurganlı seçtim, varsın kirlensin, pislensin etrafım.
Ne mutlu bana her neyeyse, her kimeyse en ufak bir faydam oldu ise.
Diğer ağaç; ben çağdaşım, kültürlüyüm, elit im, ben temizim, ben ağacıma,
dalıma dokundurtmam, en doğrusunu ben yaparım, ben bilirim.
Bana ne başkalarından, diğerlerinden, beni ilgilendirmez, ne halleri varsa...
Bu sırada yanıma bir ihtiyar yaklaştı, soldaki kısır dut ağacının dallarını.
Son bahar kesip, budayıp aşlama yapmaktan bahsetti.
Akdeniz rüzgarı ılık, ılık ese dursun. Güneş bol, bol ışık saçıyor dünyamıza.
Hayat devam ediyor bizim Rodoplar'da.