ETME BULMA DÜNYASI ( Ata sözü )
Elimde iki kitap. Biri 1924 yılı Smolyan ili Selça köyü doğumlu, 2011 yılı yaşama veda eden merhum Fatma Balıkçı - Ocak' ın "Selçe - Stomanovo ( Çelikli )" anıları. Diğeri de 1935 y. Razgrad ili Yonkovo ( Yunus Aptal ) doğumlu Yusuf Ahmet Taşkın'nın "Kamçılı Kanun" hatıralar Çeşnisi - I kitabı. Her iki müellif de anılarını, su katmadan, tatlı tatlı, ballıca, tereyağından kıl çeker gibi dobra dobra anlatmışlar. Ne mutlu onlara!
Kitapları seve seve okuduktan sonra, anlatılanlardan iki olay ilgimi çekti. Hadiselerin mekanları birbirinden uzak. Biri orta Rodopların Smolyan ( Paşmaklı ) ili, Selça - Stomanovo (Selçe - Çelikli ) yöresinde, diğeri ise Deliormanın Razgrad ili Yonkovo ( Yunus Aptal ) havalinde vuku bulmuş. Zaman dilimi olarak da birbirinden uzak. İlki , geçen asrın başlarında, öbürü de o asrın ortalarında yaşanmış. İlle sonunç olarak birbirine çok yakın. İnsana " Etme bulma Dünyası ", " Eden bulur, inleyen ölür " atasözlerini anımsatıyor istemeyerek. Bize bu kötü olaylar, alınması gereken birer ibret dersi olmalı. Yaşamımızda hoşgörülü olamamanın meyveleri olarak algılanmalıdır. Ufak tefek bu tür yaşantılara belki hepimiz tanık olmuşuzdur. Kötülüğün kötülük getireceğini bilip, bu yollara düşmemeliyiz. Bir de iyi olan şu ki, Tanrıya çok şükür, bunların adım başına rastlanmaması. Sütü bozuk olanların işi olması.
Ben, Siz sevgili okuyucularıma, söz konusu iki kitaptan aldığım bölüntüleri olduğu gibi aktarıyorum.
Babam - Ahmed Ocak
"O, çok konuşkan biriydi. İnsan ayrımı yapmazdı. Herkesle anlaşırdı. Annem de öyleydi.
Köyümüzde ( Selçe m.n. ) Vırbovo'dan gelme Dimitır dede ve eşi Ruja nine barınıyorlardı. Onlar burada bakkal dükkanı çalıştırıyorlardı. Başka satış yeri yoktu. İçinde ne ararsan mevcuttu. Köylü alış verişini oradan yapardı. Çok iyi insanlardı. Sık sık bize misafir olurlardı. Çok olaylar anlatıyorlardı. Balkan muharebesinden de söz ederlerdi. Dimitır' ın Mavrodiya adında kardeşi vardı. İkisi de subaydılar. Mavrodiya Foten ( Pazarcık ili Fotinovo ) köyünde oturuyordu. İki oğlu bir de kızı vardı. Mitö dedenin ise Vasil ve Georgi adında iki oğlu olup, Vırbovo da oturuyorlardı. Dimitır dede şunları anlatıyordu: Balkan savaşında Türkleri buradan kovarken, ben bir tarafdan, kardeşim diğer tarafdan hareket ediyorduk. Gözümün önünde kaçmaya takati olmayan yaşlı ve çocuklara acırdım. Askere şöyle emir veriyordum: "Şu yönden geçip önleyelim". Kaçanların oralardan arınabilmeleri için askere daha dolaylı yol öneriyordum. Kaçanlar derelere gazal altlarına çuval dolusu yiyecek saklamışlar. Oralardan askeri uzaklaştırıp başka yöne sevk ediyordum. Kardeşim gene ne yapıyordu? Yetişebildiğini keser, doğrardı. Sağına soluna bakmadan. Hamile kadın, çocuk demeden. Çok insan öldürdü ve bununla da övünürdü. Allah kimsenin başına getirmesin, savaştan sonra dünyaya gelen iki oğlu kusurluydu. Bele kadar insan şekli, belden aşağıları ne olduğunu yalnız anaları biliyordu. Mitö dede ağlayarak anlatırdı bunları ( Bu çocuklar 1970 yılına kadar sağ olup Foten ( Pazarcık ili Fotinovo köyü ) kız kardeşleri Siyka Mavrodieva'nın yanında kaldılar. Onlara o bakıyordu.)" ( Bulgarcadan çeviri müellifin ).
Kabir Taşlarının İntikamı
"Ve Rusa' nın Nedelço, bir gün dost sofrasında içti, içti, dökülüverdi:
- Dostlarım benim. Aranız da Türkte var... Olsun. Asıl söyleyeceklerim onlara. Ben, bu dünyanın böyle değişeceğini bilmezdim....Çok Türke eziyet ettim. Türkiye' ye göç etsinler diye aylarca kapılarına çeteler koydum....Korkuttum. Kimini dövdürdüm....Hepiniz bilirsiniz üç yüz dönüm tarla edindimdi....Elli kişi imeceye götürdüğüm oldu. Üç arabacım, dört çobanım vardı.... Bir domuzçum... Mal, mal, mal... Oysa dostlarım, bakın Allah bana ne ceza verdi. Benim küçük oğlum sakat. Köyde bir başkası var mı böyle? Yook ! Bu bana Allahın bir cezası.... Ben, bir başka büyük kabahat işledim... Evimin bütün merdivenlerinin taşları Türbenin o insan boyu yontulmuş taşlarından... Türklerin inançları var... Oradan bir çırpı koparmazlar.... Bense.. Türkler, orada yatırın olduğuna inanırlar... Yunus Baba yatırmış... Gördünüz üç evladımın en küçüğü Mişo, evlere dönmez, hep eski mezarlıkta saklanır..... Koltuklarına girip taşırız. Hiç birimizin yüzü gülmez.... Sandık ki, bu dünya bizim. Dünya malı da bizim... Oysa, sağlamlık gibisi yokmuş..."
Evet, efendim, gene bir atasözünde " Alma mazlumun ahını, gün gelir çıkar karşına aheste aheste " denilmektedir. Mazluma zulmeden, mazluma acı çektiren ise mutlaka bir gün bu yaptıklarının cezasını çekecektir. Mazlumun ahı yerde kalmaz. Mazlum insan zaten bir şey yapacak durumda değildir. Mazluma yardım etmek ve kişinin iyimserliğini göstermek varken, zulmetmek elbette karşılıksız kalmıyacaktır. Zaten gönlünde hoşgörü duygusu, Allah sevgisi olan biri bunları yapamaz.
Yirmi birinci yüzyılın başlarında ve ötesinde, gayemiz dünyada hoşgörü olsun,
silah patlamasın, savaşlar dursun olmalı. Barışla gülüp eğlenmeliyiz, geçmişin hayaletini unutarak. Mutlulukla, güle, söyleye sürdürmeliyiz günlerimizi. Aramızdaki kini nefreti kaldırıp, gönlümüzü hoşgörü duyguları ile doldurmalıyız. Öfkeden, kavgadan, kandan, intikamdan, nefretten, kinden uzak durup sürdürmeliyiz yaşamımızı şu güzelim Dünyamızda. Cümlemizin, menşe, ırk, dil, din farkı gözetmeden huzura giden yolu hoşgörü olmalı.
DİP NOTLARI :
Fatma Balıkçı - Ocak, " Selça - Stomanovo " spomeni (anı) kitabı, sayfa 32 , başlık - " BABAM - AHMED OCAK ", baskı Printa-KOM OOD - Smolyan, 2010 y.
Yusuf Ahmet Taşkın, " Kamçılı Kanun " Hatıralar Çeşnisi - I kitabı, sayfa 126, başlık" KABİR TAŞLARININ İNTİKAMI ", baskı Dizayn Matbaacılık Ltd.Şti, Busra , 2004 y.