KİMMİŞ YIKAN, KİMMİŞ YAKAN?



Çarşamba, 03 Şubat 2010

KİMMİŞ YIKAN, KİMMİŞ YAKAN?Azer HASRETYıl 2009. Kasım ayında Kazakistan'ın eski başkenti Almatı`da Türk Halkları Medeniyetleri Vakfı "Türk Dünyası'nın Güncel Sorunları" isimli bir konferans düzenliyor. Türk Dünyası'nın her tarafından denilebilecek kadar katılımcılar var. Ama Bulgaristan Türklerinden davetliler katılamamış. Tabii ki, tüm Türk coğrafyasına ait sorunlar ele alınıyor. İşin önemli tarafı katılımcıların çoğunluğunun Rusça değil, kendi dilinde konuşmaya özen göstermesidir. İlk kez böyle bir etkinliğe tanık oluyordum. Demek ki, her taraftan gelmiş Türkler hiç bir çeviri ve yabancı dil olmadan bir birlerini anlayabilirler. İlk anda bir az zor oluyor, ama bir gün sonra anlaşma imkanları genişliyor. Sağda solda Türkçenin Özbek, Kazak, Kırgız, Azerbaycan, Başkurt, Tatar, Uygur ağızlarında konuşmalar var. Ve bu durumdan rahatsız olan kimse de yok. Ve ben on yıl, yirmi yıl ve daha öncesini hatırlıyorum...
Sovyetler döneminde askerliğimi Doğu Almanya`da yapmıştım. Tipimde Rus'a benzer hiç bir şey yok! Tam tamına bir Türk'üm! Azerbaycan Türkü! Ama Almanlar bana diyor ki, sen Rus'sun! Her türlü böyle olmadığını anlatmaya çalışıyorum, ama hiç faydası yok ki. "Biz Sovyetler denince Rus biliriz" diyorlar. Kendimi aşağılanmış gibi hissediyorum. Peki neden dünyada bizi - yani özbeöz Türk olanları Rus diye biliyorlar? Demek ki, birileri böyle tanıtmış bizi! Evet, Sovyetler olunca Rus oluyorsun! Hem de Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu da düşmanmış bize! Sovyet propagandasına göre, Osmanlı Türkleri her tarafta insanlara zulüm edermiş, kiliseleri bile yıkar, yakarmış!
Kilise derken! Benimle birlikte Almatı konferansına katılan değerli hocamız Nüşabe Hanım Memmedli Bulgaristan'la bağlı bir olaydan söz etti. Kendisi Bulgar Edebiyatı araştırıcısıdır ya, ondan. Diyor ki, Sovyetler döneminde tanıtma amacıyla genç bilim adamlarını Bulgaristan'a götürmüşler. Sofya'da bir müzeyi gezdikleri sırada rehber duvarlardaki resimleri anlatıyormuş. Bir taraftaki duvarlarda çok sayıda kilise resmi varmış. Rehber diyormuş ki, Osmanlı İmparatorluğu Bulgaristan'a girdiği zaman kiliseleri yıkıyormuş. Tabii ki, böyle olunca da Osmanlı askerlerini vahşi gibi tanıtıyor şu rehber dediğimiz kişi. Bizim hoca hanım da kiliselerin şimdiki halini sormuş. Rehber demiş ki, hepsi dimdik ayakta!
Bir az geçmiş, başka bir duvara yanaşmışlar. Burada Bulgaristan'daki camilerin resimleri var. Nüşabe hanım rehbere camileri sormuş. Rehber camiler hakkında bilgi vermiş. Tabii ki, onların geçmişi, tarihi, Bulgarların Müslümanlara karşı ne kadar hoşgörülü davranması hakkında birşeyler söylemiş. O zaman sayın hocamız demiş ki, peki, ben gitsem de o camileri bir görsem de? Rehber demiş ki, göremezsiniz. Çünkü duvarda resimleri asılı camiler artık yok! Dağılmışlar. Hem de kendilerinden dağılmışlar! Nüşabe hanım da sormuş: "Peki, nasıl olmuş da Osmanlılar'ın "vahşice" davrandığı kiliseler dimdik ayakta dururken Bulgarlar`ın "hoşgörülü" davrandığı camiler artık hayatta olamıyor? Tabii ki, rehber bir yanıt verememiş. Yani verecek hali bile yok ve onun için de hemen konuyu değişmiş!
Evet, bizi bize böyle tanıtırlardı eski Komünist yönetimleri! Bizim atalarımızı vahşi, yıkıcı, yakıcı gibi kaleme verirlerdi. Ama kendilerinin yaptıklarını hep özgürlük mücadelesi, bilmem, insanlığa hizmet gibi tanımlarlardı. Halbuki 1552 yılında Ruslar şimdiki Tataristan başkenti olan Kazan şehrini işgal ederken yer yüzünde toplam beş milyon Rus ve beş milyon da Tatar vardı! Tam dört yüz elli yıl geçtikten sonra yer yüzünde yüz elli bin civarında Rus varken Tatarlar`ın sayısı nerdeyse beş milyon civarındadır hâlâ! Tıpkı Bulgaristan`da olduğu gibi! Ruslar "hoşgörülü" davrandığı için dört yüz elli yıl içinde Tatarlar`ın nüfusu hiç artamamış! Ama Türkler`in "vahşi" olması yüzünden bir zamanlar beş milyonluk Ruslar`ın sayısı yüz elli milyona ulaşmış! Şimdi soralım bakalım, kimmiş yıkan, kimmiş yakan?!

Azer Hasret Azerbaycan`dan yazıyor
azer@azerhasret.com
www.azerhasret.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI