Daha çok değil, birkaç gün önce buradaydı. Sözde erişilmez, sarayında sefa süren, halktan uzak ve kopuk bir biçimde hayat sürüyor diye karalanan, O eşsiz hazine bizdeydi, Mestanlı'da. Dinleneyim dedi, olmadı. Sadece ilk gün birazını gerçekleştirebildi. Halkın bu eşsiz ve gücünü nereden ve nasıl bir biçimde alıp da beslediği bilinmeyen ve giderek karşılıklı büyütülen sevgi karşısında ne yapabilirdi ki, kucaklaşma dışında. Evet, O bir önder, hem de ne önder. Allah'a şükürler olsun ki yine bize, Türklere bahşedildi. O da Balkan yarımadasından, Akdenizli olmasa da Karadeniz'den. Ne hikmetse, O da Mavi gözlü dev gibi peygamberimizin adını taşımakta.
Dur durak bilmedi, dinlenmedi, sıcak demedi hatta çoğu zaman yemeğe bile gidemedi. Ama hep görüştü tam görüştü, hiç kimsenin hatırını kırmadı, görüşme talebine hayır demedi. Öyle ki tarihimizle de ilgilendi. Mestanlı Bahçesinde hakla görüştü, çocuklara sevindi - yetmedi sohbet esnasında çocuk arabası itti. Görenler, yoksa bu O mu dediler, gözlerine inanamadılar, ama selamlaştılar, tokalaştılar doyasıya da sohbet ettiler. Kolay mı, başkent nerede bahçe nerede... Üstelik bizden biri, oracıkta duruyordu, O sözde erişilmez Dev adam! Bahçeden meydana, meydandan da maşkılıya (Salıpazarı). Her adımda yeni bir kişi, yeni bir gülümseme, yeni bir kucaklaşma, inanamayana dostane bir: "Evet, ben oyum!" ve hemen derin bir sohbet. Ekonomik kriz, yaşam, neşe, acı ve mutluluk ve daha neler neler. Pazaryerine varmak beş dakika yerine bir saati buldu ve aştı. Pek de güzel oldu! Siz hiç etrafa o sevinç bakışlarını saçan mutlu gözleri gördünüz mü? Göremediyseniz, üzülmeyin elbette sizler de göreceksiniz. Çocuksu bir coşku, başbuğunun asaleti ve O dostane davranış. Ah keşke, o kendini bilmez yalan makinası mucitleri ve meydanlarda kuklalarına boş boş konuşturan kuklacılar da bunu görseydi. Belki onlar bunu biliyor ve bu yüzden de Ondan korkuyor! Korkmalılar, hem de ne biçim. Karanlık devri cehaleti bitti, korku gitti, gözler ufka dikildi ve bizlere has o özgüven yeniden yeşerdi.
O gün kaç kişiyle sohbet etti bilinmez, ama mutluluk gözlerinden okunuyordu. Sanki bizler Mevlana'nın "her yerde olmak gibi bir duan varsa, gönüllere gir. Çünkü sevenler, sevdiklerini gönüllerinde taşırlar" sözlerini anımsıyorduk.
Bunca görüşmenin arasında pazarcının biriyle yerli mal alım satım muhabbeti de yaptı. Kendisini anadilini bilmiyor diye suçlayanlar bir görselerdi, dişleri dökülür dilleri dolanırdı. Kolay mı koskocaman bir topluma çobanlık etmek, bak 21 yıl geçti "onlar" yine kudurdular ve bizden parçalar koparmaya kalkıştılar. Dahası da var. Bu sefer ne adlarımıza ve dinimize saldırıyorlar, ama ne yazık ki elimizdeki ekmeyi alıyorlar...
Mestanlı'dan sonra o tarih kokan ve yıllar boyunca ilim ve irfan merkezi olmuş Mandacılar köyüne vardı, enerjisi tükenmeyen O adam. Elmalı Babayı gezdi, köy camisine girdi, türbeye vardı ve daha da önemlisi köylülerle, bizim köylülerle görüştü. Buradan Soğukpınar gölü bendini ve Milli Park bilgi merkezini gezdi. Oradan da siyasete ilk adım attığı Koşukavak'ın Ada köyüne vardı. Kendisini 21 yıl önce karşılayan tanıdık yüzler karşıladı. Halk yine oradaydı. Böyle haber tez duyulur ve yayılır derler. Hiç insanda heyecan olmaz mı O gelince? Ne kareler oluşuyor yaşamda, üzerindeki kişiler doğalsa.
Gündüzleri halkla kucaklaşma, akşamları ilde mevcut belediyelerdeki teşkilat kurmaylarıyla görüşmeler, fikir alış verişleri ve yine gündüz kendisiyle görüşemeyenlerle bire bir görüşme. Ve tüm bunların arasında, Söğütle boyunda gezi ve belki de günün ilk yemeği! Makine desen değil, robot hiç değil ta uzaktan belli ademoğlu olduğu. Ama her şey planlı, her şey hesaplı, yolu yordamı belli, çünkü Yıldırım gibi lakaplı o deneyimli Cebeli'li yönetici hep orda. İyi ki de vardı! Cebel dedik ya oraya da yolu düştü, tatlı kahve yudumlarken yine o sohbetler, o güzel görüntüler, ama başka bir büyüleyici havada ve sihirli ortamda.
Son geldi dayandı, ah ne de çabuk geçti bu zaman. Ah ah kahpe saat, sanki biraz daha süre tanısan ne olurdu! Kırcaali ve gemi mimarisi taşıyan o binada anlamlı görüşme. Yine halk, yine gençlik, o bilindik kareler. Enerji desen, tarifi yok, büyü desen - ilim, bilim ve mantık deriz. En iyisi böyle bırakmak ki herkes canlandırabilsin...
Karagözlerde ah o coşku ah o görüşmeler. Kelimeye sığmaz o anlar! Ve ayrılık vakti geldi çattı. Bu da varmış yaşanacak, hissedilecek. Işık gösteren öğretmen gidiyordu. Arabaya binmeden şöyle bir baktı ve Kızılağaç ile Eğridereye göz kırptı, sanki gözleri konuşuyordu: "üzülmeyin pek yakında döneceğim sizi kucaklamaya".
Araç ayrılırken bir anlık da olsa Ahmet Doğan'ın o coşku dolu gözleri parıldamayı bıraktı...