Merhaba, Mehmet Abi!
İmzalayarak gönderme nezaketinde bulunduğun son kitabını aldım, çok teşekkür ederim. Evet, Çağrı Yayınları'ndan Sindelli başlığıyla çıkan kitabını çok önemsiyor ve tamamlanmasını dört gözle bekliyordum; ayrıca senin de ne denli heyecanla, adeta kendini kaptırarak malzeme derlediğini ve yazdığını, yapmış olduğumuz telefon görüşmelerinden biliyordum. Hatta şu ana kadar kaleme aldığın ve her biri ayrı bir kıymete haiz dokuz kitabından en büyük şevk ve aynı zamanda mesuliyet duygusuyla bunun üzerinde ter döktüğünü, sadece yazmasıyla yetinmeyerek metin ve fotoğrafların bir cilt bedenine bürünmesi aşamasında bütün detaylarla bire bir ilgilendiğini, ebadından renk ayrımına ve hatta yazı karakterine kadar her şeyin üzerinde titizlikle durduğunu, son haftaları adeta matbaada geçirdiğini pekâlâ biliyordum.
Elde edilen güzel netice; harcanan yoğun mesaiyi, çekilen zahmeti unutturuyor. Diyeceğim o ki, değmiş, Mehmet Abi! Hem içerik, hem de estetik görsellik bakımından ortaya hakikî bir eser çıkmış. Eser diyorum, ama dileyen bunu sanatsal kıymete haiz fotoğraflardan müteşekkil bir albüm olarak da görebilir; kısaca, Sindelli her iki duyuya da hitap ediyor.
Niye bir insan şu güzelim dünyanın birçok nimetinden soyutlanarak yazma eylemine adar kendini? Elbette ki bu suale birçok cevap verilebilir, ama bence ilk sırada, her şeyi silip süpüren, yok eden Zaman'ı durdurma; yaşanmışlığın toz bulutuna dönüşüp uçmasını engelleme dürtüsü ve kaygısı geliyor. Her ne kadar bunun ne denli imkânsız olduğu pekâlâ bilinse de. İşte bu kırılgan umut namına insanoğlu kaleme sarılıyor, bilgisayar ekranı önünde ömür tüketiyor.
Öyle sanıyorum ki, eksenine doğmuş olduğun köyü aldığın kitabı yazmanın başlıca dürtüsü de burada yatıyor ki önsözde satır aralarından seziliyor. Göçler ve demografik krizin o önüne geçilemez yıkıcılığı ve yok ediciliği Sindelli'yi (ve sadece orasını mı?) coğrafya haritalarından ve dünyanın fizikî çehresinden silebilir. Senin imrenilesi bir adanmışlıkla sarf ettiğin gayret de, böyle olası karamsar bir tahminin önüne geçmeyi hedefliyor. Kitabın vücut bulmasıyla en kötü senaryo bile artık ürkütmüyor, çünkü monografi olarak nitelendirdiğin eserinle köyünü ebedî kılıyorsun. Bundan böyle fizikî olarak yok olsa bile, Sindelli dünyanın o dipsiz belleğinde kalacaktır.
Kitabını merakla beklememin kişisel ve duygusal bir nedeni daha vardı, zira ben de sayende bu şirin köyü ve samimi sakinlerini tanımış, toprağına basmış ve suyunu içmiştim. Kurmuş olduğum bu son cümle, biraz gerilere gitmeyi gerektiriyor: 1981/82 ders yılında, Mestanlı Lisesi'nde son sınıf öğrenciyken, kaldığım yurda gece eğitmeni olarak Mehmet Halilov'un atandığını öğrenince sevinmiş ve bir an önce tanışmak için sabırsızlanmıştım. Kırcaali ve Sofya'da yayımlanan gazetelerin Türkçe sayfalarında yüzlerce fotoğrafın ve yazının, bazen de Yeni Hayat dergisinde hikâyelerin altında rastlıyordum adına. O yüzden görevinin başladığı akşam saatlerini iple çekiyor, çalışma odanda uzun uzadıya konuşuyor ve dertleşiyorduk. Daha ilk görüşmemizden sonra belirli mesafeyi gerektiren eğitmen - öğrenci' ilişkisi, ağabey-kardeş' yakınlaşmasına dönüşüvermişti. O yıllarda Kırcaali gazetesinde çıkmaya başlayan birçok yazımı senin motivasyonunla kaleme aldığımı, gene senin sayende sancak gazetesinin Türkçe sayfası editörleri Muhammet Karabekirov, Mehmet Kocamustafov ve Zeynep Arifova ile tanıştığımı şükranla hatırlıyorum. Hafta sonları da bazen "Trudovo delo" [Emek Davası] adlı belediye gazetesine haber yapmak üzere civar köylerde düzenlenen çeşitli etkinliklere katılıyorduk.
Evet, Sindelli'yle, rahmetli baban ve Allah uzun ömür versin annenle ilk tanışmam böyle olmuştu. Köyün çevresinde biraz dolaştığımızı ve meyve ağaçlı geniş avlu içinde kurulu mütevazı, ama sımsıcak ve huzurlu iki kat evi hatırlıyorum. Filibe Üniversitesi'nde okuduğum yıllara denk düşen ikinci gidişimde ne yazık ki sen artık Sindelli'de değil, Belene'de zulmün ateş çemberindeydin. Bir hafta sonu annenle babanı ziyarete gittiğimde, Hafız İsmail Abi'nin üzüntüden gözlerinin ferinin sönmüş olduğunu, ayrıca hapiste tornada oyduğun ve bana gönderdiğin o ahşap tükenmez kalemi de hatırlıyorum. Evet, kitabın sayfaları arasında dolaşırken, gerek o capcanlı ve adeta konuşan fotoğraflarda, gerekse metinde bazı tanıdık yerleri ve simaları yıllar sonra görmek beni duygulandırdı.
Kitabın genel hatlarıyla iki ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde; Doğu Rodoplar'da, Mestanlı ile Koşukavak arasında konumlu Sindelli'nin konuşma dili, köy ağzına has bazı kelimeler, yer ve kişi adları, maniler, fıkralar, yemekler, köyden göçlerin tarihi ve seyri gibi manevî ve maddî hayata dair verilen bilgiler bundan böyle Balkanoloji ve Türkoloji alanında yapılacak çalışmalara birincil kaynaklık edecektir. Ben şahsen eğitime ve kooperatifin yapısı ve işleyişine ayırdığın sayfaları büyük ilgiyle okudum. Kitabın ikinci bölümünde de köyün yedi mahallesini ve sülâleleri tanıtarak bir Rodop yerleşiminin sadece demografik değil, sosyoekonomik yapısını da ortaya çıkarmış oluyorsun. Mademki Güneş bir çiy damlasında da yansıyorsa, bütün öteki Rumeli köylerinin de yazgısını yansıtmıyor mu Sindelli?
Mehmet Abi, teslim edilmesi gerekiyor ki, Türkiye'ye ayak bastığın daha ilk günlerde, uzun yıllar emek verdiğin Türkiye Gazetesi'nde yayımlamaya başladığın (ve daha sonra kitaplaştırdığın) Belene yazı dizisiyle, sözüm ona profesyonel tarihçilere taş çıkartacak şekilde tarihsellik bilinci taşıdığını gösterdin; kaleme sarıldın ki naçizane görüşüme göre, Bulgaristan Türkü'nün yoğun sisli 1980'li yıllarını kâğıda dökerek ebedileştirme yolunda çığır açmış olduğunu kimse inkâr edemez. Daha sonra da dava adamları ve kalem erbabı Nuri Turgut Adalı ve Ömer Osman Erendoruk hakkında yazdığın kitaplarınla, Bulgaristan Türkü'nün bağrından çıkan şahsiyetleri yüceltmeyi ve onurlandırmayı kendine bir vazife olarak gördün ve bunu lâyıkıyla yerine getirdin.
Hiç şüphem yok ki şimdi de yeni kitabınla başka bir eğilimin başlangıcını muştulamış oluyorsun. Sezebildiğim kadarıyla, artık geçmişi canlandırmanın ve canlı tutmanın, kâğıda dökmenin başka bir evresine geçiliyor ve ne mutlu sana ki bu eğilime de öncülük ediyorsun. Diyeceğim o ki, çeyrek asır sonra, 1984-1985 hadiselerinin ve 1989 göçünün genel hatlarıyla siyasî, diplomatik, ideolojik, beynelmilel vs. boyutu her iki dilde de ele alındı; arşivlerin açılması ve yayımlanmasıyla büyük ölçüde süreç aydınlatıldı; hatıralar yazıldı ve her ne kadar kayda geçirilecek daha çok şey olsa da, unutulmamalı ki, bir konunun aşırı şekilde ve bazen kabiliyetsizce sömürülmesi onu bayağılaştırıyor, kutsallığını sığlaştırıyor. Dolayısıyla, artık doğduğumuz yerlerin maddî ve manevî değerlerinin ele alınacağı ve anlatılacağı eserlere ağırlık verilmeli. Dileğim o ki, yeni kitabın bu bağlamda yapılacak çalışmalar için model teşkil etsin ve ilham versin. Bu bağlamda, her zaman dile getirdiğim gibi, yöre derneklerine büyük görevler düşüyor; bu tarz yerel çalışmalar teşvik edilmeli, gerekiyorsa yayımları ve dağıtımları üstlenilmeli.
Mehmet Abi, geçen yıl Sofya Merkez Devlet Arşivi'nin okuma salonlarından birinde sipariş ettiğim vesikaları beklerken, raftaki bir kitap dikkatimi çekti: Malko Tırnovo [Tırnovacık] Ansiklopedisi ki bu bir-iki bin nüfuslu Bulgar sınır kasabasından hepimiz bir veya başka vesileyle geçmişizdir. Öyle bir ansiklopedi ki, hacmi ve kapsamıyla birçok metropolümüzün üstünkörü ansiklopedilerine taş çıkartıyor; neredeyse her sokak, köşe başı, kişi hakkında maddeler içeriyordu. Bu misali niye veriyorum? Genelde muallimler tarafından kaleme alınan köy ve kasaba monografileri her zaman yerel tarihçiliğin beslendiği berrak kaynaklar değil midir? Millî tarih de mahallî tarihlerin toplamından müteşekkil değil midir?
Kalemine sağlık diyor, daha nice güzel ve anlamlı kitaplarda buluşmayı diliyorum.