NE İDİK, NE OLDUK, NE OLACAĞIZ?



Cumartesi, 28 Haziran 2008

NE İDİK, NE OLDUK, NE OLACAĞIZ?İsa CEBECİZorunlu göçün 19. yılında bu soruyu sormadan edemiyoruz zira tarih ölçülerine göre kısa sayılacak bu zaman içinde çok hızlı ve çarpıcı gelişme ve değişmelere tanık olduk. Yıkılmaz sandığımız komünist düzen 1989 yılında yaşanan büyük Türk göçünden sonra kendiliğinden tepe taklak yıkıldı, dağılmaz sandığımız en büyük dünya devleti SSCB dağıldı, 35 yıl boyunca koltuğundan inmeyen Türk düşmanı Todor Jivkov bir akşamda alaşağı edildi. "Artık göçler olmayacak" deyen komünistler, kitlesel göçü görünce gözlerine inanamadılar. Göç ayında bu olayları biraz irdeleyelim.
Bulgaristan'daki Türklerin sayıca artışları gelmiş geçmiş Bulgar iktidarlarını sürekli korkutmuştur. Bu korkuyladır ki hem faşist hem komünist iktidarlar, asırlardan beri bu toprakları vatan bellemiş olan bu yerli unsurları benlik ve kimliklerinden koparmaya muvaffak olamayınca göçe zorlamışlardır. Bu insanlar da hiç olmazsa Bulgarlar kadar bu toprakları sevmişler, bu topraklar için ter dökmüş ve emek harcamışlardır. Yüz binlerce atamızın ve ninemizin kanı ve kemikleri bu toprağa karışmıştır. Farklı dil konuşmalarına, farklı dinlere kulluk etmelerine rağmen bir arada yaşayabilirlerdi. Aynen demokrasilerde olduğu gibi. Lâkin gözü dönmüş komünist iktidar damarlarındaki "pis Türk kanının" akmasını istiyordu.
Bu düşünce en üstteki yöneticilerin, politbüro üyelerinin kafasında yeşermişti. Onlar, haklı olan güçsüzü ezmekte çözüm arıyor, yani güç mevzilerinden hareket ediyorlardı. Güçlü olanlar güçsüzü ya sindirecek, ya da göçe zorlayacaktı. 130 yıldan beri bu yollar denene denene eskitildi. Göçe zorlananların arasında nedense hep aydınlar ön safta olmuştur. Aydın kişilerle varlıklı kişiler göçer, unutulurdu. Arkada kalan kitle içinden yeni aydınlar ve yöneticiler yetişir yine takibat başlardı. Önceleri bir kere göç edenler geri dönme fırsatı bulamazken bu son göç dalgasından sonra işler değişti. Demokrasi, gidenlerin geri dönmesine, çifte vatandaş olmasına, istediği yerde çalışmasına, iki komşu ülke arasında gidiş gelişlerin artmasına olanaklar yarattı. Bu günkü kolaylıkların olabileceğini 30-40 yıl önce tasavvur ve tahmin bile edemezken şimdi onlardan bol bol yararlanıyoruz. Burada kalanlar Türkiye'de bulunan yakınlarını vize almadan ziyaret edebiliyor, oradakiler de burada kalan yakınlarını kolayca ziyaret edebiliyorlar. İnsanlara yakışan da budur.
Yirmi yıl öncesine kadar, yani totaliter komünist rejim zamanında Türkiye ile Bulgaristan arasında ipler bazen kopma derecesine geliyor, toplum düzenleri farklı olduğu için zaman zaman düşmanlıklar yaşanıyordu. Komünist Bulgar medyasında Türkiye'ye karşı atışlar yapılıyor, Türkiye'nin yayılmacı amaçlar güttüğü öne sürülüyordu. Oysa o zaman Türk basını kendi iç çatışmalarını irdelemekten Bulgar basınıyla uğraşmaya vakit bulamıyordu. Bilhassa 1984-1989 döneminde önde gelen Bulgar gazeteleri Bulgar komünist iktidarının hatalarını örtebilmek için sürekli Türkiye aleyhindeki yazı ve materyallere yer veriyordu. Bu arada bazı Türk kökenli aydın ve uzmanlara da baskılar yapılarak yazılar yazdırılıyordu. Komünist iktidar sadece Türkiye'yi değil, bütün demokrasi dünyasını karşısına almıştı.
Bulgaristan Türklerinin adlarının değiştirilmesine 1984 sonunda başlanmasını tesadüf olarak görmemek gerekir. Aynı yıl içerisinde PKK terör örgütü kurulmuş ve Doğu Anadolu'da saldırılarına başlamıştı. Bulgar yetkililer, Türk ordusunun onlarla meşgul olacağını, dolayısıyla Bulgaristanla uğraşmaya fırsat bulamayacağını hesap etmişlerdi. Sovyetler Birliği'nin gücüne de güvenerek Türk devlet yetkililerin görüşme önerilerine sırt çevirmişlerdi. Bulgaristan'da Türklerin olmadığını, onların adlarını kendi istekleriyle değiştirdiklerini ve artık Bulgar olduklarını hiç sıkılmadan ve çekinmeden iddia ediyorlardı. Onlar sadece Müslüman Bulgarlardı. Söylenenlerin aksini iddia etmek büyük suç sayılıyordu. Bu iddialara karşı Türk kökenli aydınların söyleyecekleri elbette ki vardı, ancak fikir beyan etme özgürlükleri yoktu.
Atalarımız, göçmenliğin ateşten gömlek olduğunu keyiflerinden söylemediler. Nesillerin birikimleriyle kurulmuş bir düzeni bırakıp başka ülkelerde yeniden hayata başlamak, yeniden ev bark sahibi olmak tabii ki kolay değil. Aç ve açıkta kalmak beraberinde türlü hastalıklara da davetiye çıkarmak demektir. Kâh Rus ordularından canlarını korumak, kâh eşkıya baskınlarından kurtulmak için arabaları ve hayvanlarıyla birlikte yollara düşen göçmenlerin feci akıbetlerini geride kalanların çoğu bilmez. Bilhassa güzün ve kışın yapılan göçlerde çok sayıda insan yollarda telef olmuştur yahut da açlıktan, soğuklardan ve sefaletten ölmüştür. Mevcut vatandaşına barınak yettiremeyen bir ülkede göçmenlere barınak sağlamak, iş ve aş bulmak da bir o kadar zordur.
Artık yetmişine doğru koşan görgü ve birikim sahibi bir kişi olarak okuduklarım ve yaşadıklarım üzerinde sık sık düşünüyorum. 1989 yılında Türkiye'ye göç ettikten 6 yıl sonra 1995 te Bulgaristan'a gelme fırsatı bulabildim. Göçmenliğin olumsuzluklarına rağmen çocuklarımın üniversitede okumalarına fırsat ve imkân sağlayabildik. Olağan işlerimizin yanı sıra ek işler de yaptık. Türkiye'de ev yapamayacağımızı sanıyorduk, çünkü yaşımız elli dolayındaydı. Ancak kısa zamanda ve Bulgaristan'a göre daha kolay bir şekilde ev sahibi olduk. Şimdi benim de çocuklarımın da evleri var. Bulgaristan'da bir köylü gibi yaşarken şimdi tamamen uygar şartlarda yaşıyoruz. Bu söylediklerim yalnız benim için değil, belki de zorunlu göçle gelenlerin yüzde 95'i için geçerlidir. Bizler, iş ve aş sağladığı için Türk devletine ne kadar şükretsek az gelir.
1999 yılından itibaren Bulgaristan'a daha sık gelme imkânımız oldu. Böylece Bulgaristan halkının demokrasiye geçiş döneminde çektiği eziyetleri de takip etmeye fırsat bulmuş olduk. Öyle yıllar vardı ki Bulgaristan yollarında Türk otobüslerinden başka otobüs görmüyorduk. Bilhassa Kuzey Bulgaristan kalkınmada geri kalıyordu. Nedense Güney Bulgaristan ve Karadeniz bölgesi ekonomik canlılık bakımından hep önde gidiyordu. Tarım kooperatiflerinin lâğvedilmesiyle tarımda durgunluk yaşandı ve halk hızla fakirleşti. Bulgaristan gençleri ekmeği yurt dışında aramaya başladılar. Ancak Türk kökenliler ekmek parasını Türkiye'de aramayı tercih ediyorlardı. Ne de olsa arada bir dil bariyeri yoktu ve orada onlara yol gösterebilecek hemşerileri vardı. Bu defa "ateşten gömlek" göç edenlerin değil de göç etmeyenlerin sırtına geçti. Bulgar olsun Türk olsun Bulgaristan'da kalanlar göç edenlerden daha büyük acılara ve sıkıntılara maruz kaldılar. Bu tespitimi Bulgarlar da kabul ediyor.
Bulgaristan'da bir şey daha dikkatimi çekti: Türkiye'ye göç edip de geri dönen ailelerin büyük bir kısmı orada atılgan ve başarılı iş adamları olmuşlar. Hiç olmazsa benim tanıdığım iş adamlarının çoğu bu gruptan. Demek Türkiye'de geçirdikleri kısa sürede bu insanlar tecrübe ve bilgi sahibi olmuşlar ve bunları Bulgaristan'a dönünce uygulamışlar. Belki bu insanların ruhundaki girişkenlik ve atılganlık yeteneği orada fitillenmiş ve Bulgaristan'da da alevlenmiş. Kapitalizm denen düzen zaten güçlü, direşken ve girişken kişilerin düzenidir. Uyuşuk ve tembel insanlar bu düzende meydan açamaz. Ben Bulgaristan'da Türk iş adamlarının artışından sevinç ve gurur duyarım. Ancak kendilerinden şunu da talep ederim. Patronluk yapmayı öğrenin. Her işi kendiniz yüklenmeyin. Etrafınızdaki muhtaç insanlara da iş imkânları yaratın. Onların aç kalmasına göz yummayın, zira aç insan çok tehlikeli olabilir. Kültürle iştigal edenlere de destek vermeye çalışın çünkü aç insan kültür üretemez. Kültürü olmayanlar da insan sayılmaz. Olacaksanız kültürlü iş adamları olun.
Bulgaristan'a her gittiğimde kültür ve eğitim konuları üzerinde de kafa yorarım. Bu konularda Türk olsun Bulgar olsun herkesle tartışırım. En sık uğradığım Tervel kasabasında bir Bulgar arkadaşım bana " Bizim en çalışkan, en iyi insanlarımız Türkiye'ye gitti" diye hayıflandı. Oradaki Romların işe gitmediklerinden, saldırganlık ve hırsızlık yaptıklarından yakındı. Haklıydı adam. Tervel yarı yarıya boşalmıştı. Dulovo ve İsperih'te gördüğünüz canlılığı bu kasabada katiyen göremezsiniz. Burada ne trafikte, ne ticarette ne de kültürde bir canlanma oluşamıyor. Demek ki insan olmayan yerde bütün etkinlikler de yetersiz ve cılız kalıyor. Çok insan olacak ki içlerinden girişken ve atak kişiler ortaya çıksın.
Bulgaristan'ın 2007 yılında Avrupa Birliğine girmesi bir bakıma iyi oldu fakat halkın beklentilerine cevap veremedi. Avrupa her şeyden önce parlak malları ve yüksek fiyatlarıyla giriş yaptı. Oysa Bulgaristan'daki maaşların seviyesi çok düşüktü ve tüketiciler büyük sıkıntılarla karşılaştılar. Avrupa'nın olanaklarından tam manasıyla yararlanabilmek için proje yapma kültürünü benimsemek gerekmektedir. Bu konuda Türk gençlerinin kendilerini yetiştirmeleri vazgeçilmez bir zarurettir. Avrupa Birliğinin azınlıklar için ayırdığı fonlardan da azami biçimde yararlanmak gerekir.
Ömrümüzü Türkiye'de geçirmekle birlikte ilk vatanımız Bulgaristan'dan ve burada yaşayan soydaşlarımızdan kopmamaya özen gösteriyoruz. Buradaki akrabalarla ve dostlarla ilişkilerimizi de sıcak tutmaya çalışıyoruz. Kimi gazeteler ve tv aracılığı ile, kimi de internet bağı ile Bulgaristan'ın sosyo-ekonomik gelişmesini izlemeye devam ediyoruz. Bulgaristan'a geldikçe konular üzerine daha da çok yoğunlaşıyoruz. Ne de olsa burada doğduk, burada yetiştik, burada olgunluğa eriştik.
Bazen insanların başına hiç hayal etmedikleri, hiç beklemedikleri durumlar da gelebiliyor. Onun için zaman zaman kendimize ve çevremize sormakta yarar var: ne idik, ne olduk, ne olacağız? Allah sonumuzu iyi eylesin.

YAZARIN DİĞER YAZILARI