Tüm dünyada ve özellikle sınırları içinde yaşadığımız çok kültürlü ve farklı etnik grupları içinde barındıran Avrupa coğrafyasında, son yıllarda artan yabancı ve İslâm düşmanlığı ile buna bağlı nefret suçları endişe verici boyutlara ulaşmaktadır.
Çok kültürlü ve farklı etnik gruplardan oluşan toplum yapısına sahip bu coğrafyadaki devletler, şüphesiz ki tüm farklı unsurların birlikte, eşit yurttaş olarak yaşaması için elverişli koşulları tesis etmekle mükelleftir.
Öte yandan yaşadığımız toplumun içinde ırk, din, milliyet, dil, cinsiyet, cinsel tercih veya diğer nedenlerden olsun, ayrımcılıkla karşı karşıya olan tüm savunmasız, kırılgan grupları korumak o toplumun bireylerin olarak bizlerin de sorumluluğu olmalıdır.
Ancak dehşetle şahit olduğumuz üzere, geçmişte Balkanlar'da son yıllarda ise Avrupa'da toplumun farklı kesimleri arasında kutuplaşmalara sahne olmakta; kendisinden farklı olana, "öteki"ne yönelik tahammülsüzlük giderek yaygınlaşmakta ve bu tahammülsüzlük beraberinde şiddeti doğurmaktadır.
Nefret suçları olarak literatüre giren ve temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu/düşmanlığı, tarafgirlik, ayrımcılık vb. olan bu sözlü ve fiziksel şiddet eylemlerinde Yunanistan'ın karnesi de pek parlak değildir.
Avrupa Konseyi'nin Irkçılık, Yabancı Düşmanlığı, Hoşgörüsüzlük ve Antisemitizmle Mücadele organı ECRI tarafından Yunanistan hakkında yayınlanan rapora göre sadece 2013 yılında ülkede resmi olarak kaydedilen 166 ırkçı saldırıda 320 kişinin yaralandığı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi'ne (ODIHR) raporuna göre ise 2013 yılında Yunan polisi tarafından kaydedilen toplam 109 nefret suçundan sadece 9 tanesinin kovuşturmaya uğradığı, kovuşturmalar sonucunda herhangi bir cezaya hükmedilmediği kaydedilmiştir.
Bu nefret suçlarının tetiklenmesinde, farklı din ve etnik unsurlara yönelik söylemlerde kimi dinî ve milliyetçi unsurların, birleştirici, toparlayıcı ve uzlaştırıcı bir yaklaşım yerine ayrıştırıcı, ötekileştirici ve merkezden uzaklaştırıcı bir söylem ve eylem geliştirmeleri büyük etkendir.
Artan yabancı ve İslâm karşıtlığı, bu ırkçı söylem ve eylemlerle birleşerek Yunanistan genelinde tüm Müslümanlara yönelmekte, özellikle de Müslüman Türklerin yaşadığı Doğu Makedonya - Trakya Eyaleti ile Rodos ve İstanköy'de son yıllarda artan ibadethane ve kutsal mekânlara ve İslâmi değerlere saldırı eylemlerine dönüşmektedir.
Yunanistan'da göçmenler, mülteciler ve Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı dahil diğer kırılgan gruplar aşırı sağ milliyetçi unsurların hedefi haline gelmekte, bu saldırılar Azınlık toplumu içerisinde endişe yaratmaktadır. Bu nedenle başta siyasi erk olmak üzere, devlet organlarına ve toplum mühendislerine farklı etnik yapı ve dinî inanca sahip gruplara karşı aşırı milliyetçi grupların ayrımcılık ve hoşgörüsüzlüğüyle mücadelede önemli görevler düşmektedir.
Başta toplumu harekete geçirici dinamikler olan siyasi erk, kanaat önderleri, medya gibi unsurların, hangi siyasi ve ideolojik akımdan geliyorsa gelsin bugün farklı din, mezhep ve etnik grupları "ötekileştirici" eylem ve söylemlerden uzak durması gerekmektedir.
Yönetimler, farklılıkları bir zaaf ve kırılganlık olarak algılamak yerine, farklı din, dil, mezhep, ırk ve kültürel unsurlarla birlikte yaşama ve yönetebilme kabiliyetlerini gözden geçirmek durumundadırlar.
Unutmayalım ki birlikte yaşamak ancak, toplumun farklı unsurlarının bir ayrışma ya da çatışma içerisine girmeden, farklılıklarından değil benzerliklerinden yola çıkarak hoşgörüyü temel alan bir anlayışla, aynı toplumun eşit parçaları oldukları kabulüyle mümkündür.
Bu bağlamda bugüne adını veren 16 Kasım Uluslararası Hoşgörü Günü dolayısıyla da bireysel ve toplumsal huzur için hoşgörüyü temel alarak, yapısal ve yönetimsel yaklaşımlar belirlemenin önemini birkez daha düşünmemiz gerektiğini belirtmek isterim.