İNSANIN KENDİNE YABANCILAŞMASININ DİĞER ADI: ANADİLİNDEN KOPMAK



Cuma, 18 Şubat 2022

İNSANIN KENDİNE YABANCILAŞMASININ DİĞER ADI: ANADİLİNDEN KOPMAKCemil KİRAZ

İNSANIN KENDİNE YABANCILAŞMASININ DİĞER ADI: ‘ANA DİLİNDEN KOPMAK’

 

(3. Bölüm)

 

(Bulgaristan Türklerinin anadil sorunu ve eğitimin çıkmazları. Temel insan hakları çerçevesinde bir kültürün varlık mücadelesi)

 

Cemil KİRAZ

cemil_kiraz@hotmail.com

 

Balkan Ülkelerinde Azınlıkta Olmak ve Azınlıkta Kalmak

            Balkan ülkelerinde yaşayan Türkler hem Türkçeyi hem de bulundukları-yaşadıkları-ülkenin dilini konuşmaktadır. Bir başka anlatımla buralarda yaşayan Türkler, iki dillidir. İki dilli ortamlarda ana dil eğitimi ayrı bir önem taşımaktadır. Güzel (akt. Kayadibi, 2017)’in araştırmasına göre iki ayrı dilin konuşulduğu ortamlarda yaşayan ya da iki ayrı dili öğrenmek zorunda kalan çocuklar, başlangıçta tek dili öğrenen çocuklara göre daha yavaş bir dil gelişimi gösterirler.

            Bulgaristan Türklerinin de 140 yılı aşkın süredir ‘anadil eğitimi’ sorununa kalıcı ve barışçıl bir çözüm getirilememiştir. Bu ülkede yaşayan Türkler, iki dillidir. Daha açık bir ifadeyle, Bulgarcayı zorunlu olarak öğrenirler, Türkçe de anadilleridir. Ancak Türkçenin Bulgaristan Türklerine formel ortamlarda (okullarda, kurslarda, örgün ve/veya yaygın eğitim kurumlarında vs.) öğretilmesi (derecesi ve algılanması zaman zaman değişmiş olsa da) her zaman Bulgar Devleti açısından sorun olarak algılanmıştır. Ancak bu soruna ilişkin açık ve şeffaf, anlaşılır ve tatmin edici bir çözüm getirilmemiş; hatta sorun, zaman zaman görmezden gelinmiş, adeta yok sayılmıştır.

            Balkan Devletlerinin yaklaşık son iki yüzyıldır değişmeyen en önemli sorunu ‘azınlık algısıdır’. Daha doğrusu azınlıklara bakış açısı sorunludur. Siyasal sistemleri, sınırları değişir; askeri darbeler yapılır, yenileri iş başı yapar. Ülke toprakları bölünür, hatta devletin- ülkenin resmi adı değişir, bayrağı değişir; yeni ulusal marş kabul edilir, ülke işgal edilir. ‘Azınlıklara karşı olumsuz ve kronik önyargılı bakış açısı’, Balkan ülkelerinin çoğunda değişmeyen tek ve en önemli sorundur. Bu ülkelerinde, Türklük ve Müslümanlık neredeyse aynı anlamda kullanılmaktadır. Baskın Oran, 23 Ağustos-1 Eylül 1992 tarihleri arasında Bulgaristan’a yaptığı gezisinde edindiği izlenimlerini anlattığı yazısında kullandığı ifade tam da bu durumu anlatır; ‘Balkan ülkelerinde Müslümanlık ile Türklük arasında neredeyse özdeşliğe varan ilişki…’. ‘Türküm ama Müslüman değilim’ in pek karşılığı yoktur bu topraklarda.

            Bu çerçevede, bundan önceki iki yazımızın devamı niteliğinde olan bu yazımızda (son bölüm), Bulgaristan Türklerinin anadil eğitimine ilişkin Bulgaristan hükümetlerinin 1970 ve sonrası uygulamaları ve bakış açıları ele alınacaktır.

 

Yeni Anayasa Çalışmaları

            Temmuz 1970’de Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) Merkez Politbürosunun 549 sayılı kararı uyarınca, etnik azınlıklara yönelik pek çok uygulama hayata geçirilir. Bu kararlarlar, kamuya açık alanlarda dini ritüellerin uygulanması yasaklanır (bu uygulama tüm dini grupları kapsar), Müslümanların isimlerinin (kısmen) ve Türkçe isimli bazı yerleşim yerlerinin Bulgar isimleri ile değiştirilmesi gibi uygulamalar hemen hayata geçirilir. Demirtaş-Coşkun (2001)’a göre 1960-1976 yılları arasında iki yüz bin Müslüman Pomak’ın ve yüz bin Türk’ün isimleri Bulgar-Slav isimleri ile zorla değiştirilir.

            1970’li yıllar, Bulgaristan Türkleri açısından oldukça sıkıntılı geçtiği bilinen bir gerçektir. Başta eğitim olmak üzere sosyal hayatın pek çok yönünde kısıtlamalara gidilir, ‘etnik köken’, ‘etnik kültür’, ‘ana dil eğitimi’, ‘azınlık kültürleri’ daha pek çok kavramın objektif olarak tartışılması tamamen imkânsız hale gelir. 1970’li yıllar, Hacıoğlu (2002)’nun ifadesiyle; ‘Türkçe eğitimin de tamamen kalktığı yıllardır’. Bu yıllarda, Bulgaristan’ın tüm okullarında Bulgarca ders kitapları ve ders programları aynıdır. Oysa bu durumun pek çok sakıncası vardır. Keleşev ve Eyübov (akt. Hacıoğlu, 2002)’a göre farklı etnik kökenden gelen öğrencilerin karşılaşacakları öğrenme zorlukları tamamen gözden uzak tutulmuş ya da görmezden gelinmiştir. Özellikle Türk kökenli öğrencilerin çoğunlukta olduğu sınıflarda bu ortak ders programı daha esnek bir biçimde uygulanmalıydı. Zira Bulgar çocukları, Bulgarcayı aile ortamında duyarak ve yaşayarak öğrenmekteydi. Bir başka anlatımla, Bulgar çocukları için Bulgarca canlı ortamda yaşayarak öğrenilmekteyken, Türk çocukları için okulda öğrenilen bir dildi. Bu durum, elbette sosyal hayata da yansıyordu. Bu süreçte, Türkçe eğitimin sona erdirilmesi ve Bulgarca eğitimin herkes için zorunlu kılınması, Türk çocuklarının anadillerinde okuma-yazmayı, Türkçenin kurallarını, edebi sanatlarını okulda uygulanan bilimsel- formel yöntemlerle öğrenmelerinin önüne geçildi. Fakat bu noktada en önemli sonuç hiç kuşkusuz bu dönem çocuk ve gençlerin ‘iki dilli’ olarak yetişmeye başlamış olmasıdır.

            Bu dönemle ilgili çok önemli bir noktaya dikkat çeken Asenov (1996), parti (BKP) yöneticilerinin Marksist – Leninist çizgiden uzaklaşıp Bulgar milliyetçiliğine doğru kayması ile ‘ülkede Bulgar milliyetçiliğinin güçlenmesi neticesinde komünizmin ülkede inşa edilebileceği inanmışlardı!’ der. Zira 18 Mayıs 1971 tarihli Anayasanın 45. maddesine ‘Bulgar kökenli olmayan vatandaşlar’ ifadesinin eklenmesi de bu anlayışın neticesidir (1)  Bu madde, esas alınarak aslında ‘Bulgar kökenli olmayan vatandaşlara’ anadillerini öğrenme hakkı da verilmiş oluyordu. Ancak 1972 yılında okullarda Türkçenin okutulmasına son verilip kısa bir süre sonra da Sofya Üniversitesi Türk Filolojisi bölümüne öğrenci alımı da durdurulur. İlginçtir ki BKP yönetimi, Türklerle ilgili bilinçli olarak bazen hızlı, bazen de oldukça yavaş kararlar aldığı görülür.

            Bulgaristan Türklerinin Türkiye Türkçesi ile olan yakın ilişkilerinin ve büyük benzerliklerin yavaş yavaş ve bilinçli olarak nasıl tahrip edildiğini, Köksal (2018), şöyle açıklar: ‘Türkçe yayınlarında Bulgarca yayınların çoğalması, Türkçe kelimelerin yerine daha çok Bulgarca kelimelerin kullanılmaya başlanması, Türkiye Türkçesinden farklı olarak bazı kelimelerin Bulgaristan Türkçesinde yerini almaya başlaması ve (en önemlisi) Yeni Işık gazetesinin (aynı anlama gelen) Nova Svetlina olarak değiştirilmesidir’. Bu süreçte, Türkçe adına ne varsa yok ediliyordu, gazeteler kapatılıyor, yeni kitap baskıları yapılmıyor, Türkçe olarak sergilenen tiyatrolar kapatılıyor, oyuncuların işine de son veriliyordu’.

            Dayıoğlu (2005)’nun çalışmasına göre Şubat 1974’te parti (BKP) toplantısında Türk azınlıklara yönelik asimilasyon politikalarının daha kararlı ve etkili bir şekilde yürütülmesi kabul edilir. V. Arda (2017)’ya göre de 1974’ten Bulgaristan Komünist Partisinin (dolayısıyla da hükümetin) üst düzey yetkililerin Bulgaristan Türklerinin Türkiye ile olan bağından endişe duymaya başlarlar. Oysa 1971 Anayasasının 52. maddesi, tüm vatandaşların siyasi, mesleki, kültürel, sanatsal, bilimsel, dini ve sportif organizasyonlar kurabileceklerini ifade eder. Bu ve daha pek çok düzenlemenin yer aldığı anayasanın maddeleri, başta Türkler olmak üzere, diğer azınlıkların lehine de işletilmekten kaçılmıştır (hâlbuki uzun bir hazırlık sürecinin neticesinde hazırlanan 1971 Anayasasının halk oylaması ile kabul edilmişti). Ulutürk (2017), bu durumu şöyle özetler; Bu Anayasada, azınlık, Türk, Müslüman Türkü, Pomak Türkü, Roman, etnik azınlık hakları, azınlık okulları, azınlık liseleri, azınlıkların gelenek ve görenekleri, halk sanatı ve özgün kültür gibi kavramlar yoktur.

 

Nasyonal Sosyalizm’den Gelişmiş Sosyalizm’e Geçiş Çabaları

            Bulgaristan Türkleri ve Pomaklar üzerine araştırmaları ile bilinen Atasoy (2018)’a göre, 1975-1989 döneminde hem SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’de hem Bulgaristan’da hem de diğer sosyalist Doğu Avrupa ülkelerinde teorik de olsa normal sosyalizmden, gelişmiş sosyalizme bir geçiş yaşanmaktaydı. Bu geçiş aşamasının en önemli özelliklerinden biri kuşkusuz etnik ve dinsel farklılaşmaların ortadan kalktığı, bireysel ve kültürel kimliklerin eritildiği, toplumsal sosyalist üst kimliğin inşa edilmesiydi. Bu uğurda ne yazık ki, en temel insan hakları hiçe sayıldı, gelenek-görenekler ve kültürel farklılaşmalar görmezden gelindi, hatta zaman zaman yok edilme yoluna da gidildi. Sonuçta ortak değerleri olmayan, birbirine hiç benzemeyen etnik yapılar – kültürel değerler, tamamen yok edilmeye çalışıldı. Bu durumun yol açtığı tahribat, kuşkusuz uzun yıllar hafızalardan silinmeyecektir.

            Eğitim açısından bakıldığında 1970’li yılların Türkler açısından pek iç açıcı olmadığı bilinen bir gerçekliktir. S. Yenisoy (2007)’un araştırmasına göre bu süreçte pek çok Türk öğrenci, ‘Türkiye’ye göç etme isteklerinde bulunabilecekleri’ gerekçesiyle üniversite ile ilişiği kesilir. Pek çok Türk öğretmen de benzer gerekçeyle görevinden uzaklaştırılır (bütün bu uygulamalar aslında daha kötü ve insanlık dışı uygulamaların habercisi durumundadır). Başta 1971 Anayasası olmak üzere gerek uluslararası ve gerekse ikili pek çok antlaşmayla güvence altına alınan azınlık hakları, bizzat Bulgar Devleti tarafından ayaklar altına alınmıştır. Oysa bu ülkenin kurucu Anayasası olarak kabul edilen Tırnova Anayasasının yazılmasında (18 Nisan 1879) Türk kökenli sekiz milletvekilinin de imzası vardır (akt. Kiraz, 2019).  

 

Hırpalanmış, Yaralanmış Nesil

            1980’li yıllara gelindiğinde ise Bulgaristan Türkleri açısından durum çok daha vahimdir. 1980’li yıllar, uzun zamandır pek çok yönden hazırlıkları yapılan ‘Yeniden doğuş!’ sürecinin başladığı yıllardır. Bugün, bazıları tarafından bilgisizce ve bilinçsizce, ucuzundan dillendirilen ‘ad değiştirme olayı..’’ esasından çok daha büyük ve sosyolojik, politik ve psikolojik derinliği olan kapsamlı bir süreçtir. Hangi açıdan ele alınırsa alınsın, bu sürecin tam ve kapsamlı adı; Bulgar Komünist Partisinin, Bulgaristan Türklerini tamamen asimile etme sürecidir. Bu yapılanların ve insanlara yaşatılanların sosyalizmle veya komünizmle hiçbir ilgisi yoktur. Oysa Bulgaristan azınlıklarının hakları, Birleşmiş Milletler Kurucu Antlaşması, Jenosit Sözleşmesi, Irk Ayrımını Bütün Şekilleri ile Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme, Ekonomi, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Helsinki Nihai Senedi (Özlem, 2008) gibi çok sayıda sözleşme ve antlaşmayla uluslararası boyutta ve hukukta teminat altına alınmıştır. Ancak, dönemin hükümeti tüm bu sözleşmeleri ve antlaşmaları görmezden gelir ve Bulgaristan Türklerinin varlığını tümüyle reddeder.   

            İnsanı insan yapan bir özelliği de dilidir, yaşayış tarzıdır, inancıdır, geleneğidir, kültürüdür, giyim tarzıdır, üretim- tüketim biçimidir, konuşmasıdır, bu dünyadan göçen sevdikleri ile vedalaşma biçimidir…İşte bu sürecin tam adı, bütün bu sayılanların yok edilmesi (tamamen imha) sürecidir. Ucuzundan dillendirilen ‘ad değiştirme olayı!’ değildir sadece. Mehmet’i Mihail, Ahmet’i Anton, Sabri’yi Sıbi, Cemil’i Emil, Habibe’yi Hubavena yapma değildir sadece (buna bir de politik, diplomatik kurnazlık da ekleyerek, BKP’nin soğuk salonlarında hazırlanmış; ‘kendi isteğimle Bulgar- Slav isimleri almak istiyorum’ yazılı uyduruktan, silahların ve her türlü tehdidin altında insanlara dilekçe de imzalatarak). O Mehmet’in, Ahmet’in, Sabri’nin, İbrahim’in, Cemil’in, Habibe’nin ve daha nicelerinin yüzyıllardır konuştuğu anadili Türkçenin tümüyle her yaş için yasaklanmasıdır bu süreç. Asırlık yaşına yaklaşmış, iki büklüm dedelerin, ninelerin giydiği kıyafetlerin yasaklanmasıdır bu süreç (bu yasaklara uymayanların cezalandırılmasıdır). Bu süreç, beş asırdır (savaş sırasında bile) ibadet için açık olan mescitlerin, camilerin kapılarına kilit vurulmasıdır. Sokakta gördüğün asırlık -canlı tarih- dedenin, ninenin elinin öpülmesinin yasaklandığı, hâl hatır sormanın da ‘sakıncalı’ olduğu karanlık ve vahşi bir süreçtir. Mezar taşından dahi ne zaman vefat ettiği belli olmayan, zamanın unutmadığı, yıkılmamış- kaybolmamış, yok olmamış belli belirsiz Osmanlıca harflerle yazılı mezar taşlarına dahi tahammül edemeyip tahrip eden karanlık ve insanlık dışı bir sürecin adıdır bu. Türkçeden başka dil bilmeyen yüz yaşına merdiven dayamış köyünden başka yer bilmeyen yaşlılardan, tek kelimesinden dahi anlamadığı-bilmediği bir dili konuşmalarının istendiği bir süreçtir bu. Beş yaşındayken yaşadığı ancak hatırlamadığı, on yaşına geldiğinde dedesinin adının Murat değil, Mitko veya Durmuş değil de Dragan olduğu anlatılan çocuğun yaşadığı tarif edilemez karmaşık duyguların adıdır bu süreç. ‘Türkçe eğitim’, ‘anadilde eğitim’, ‘Türkçe öğrenimi’ gibi söylem ve kavramların tümüyle yasaklandığı bir sürecin adıdır bu. ‘Aslını inkâr et! Sen Bulgarsın! Büyük büyük dedelerin de Bulgar’dı. Zorla! Müslümanlaştırıldınız ve bu Arap isimlerini verdiler sana. Bu ve buna benzer pek çok içi boş, temelsiz vahşi propagandanın her gün tekrarlandığı ve hiç son bulmayacakmış gibi tüm Türklere sunulduğu – anlatıldığı bir sürecin adıdır bu süreç. Dimitrov (2000), bu süreci (Yeniden doğuş süreci- Bulg. Vızroditelniyat protzes), ‘Çağdaş Avrupa tarihinde bir kültürün en hızlı şekilde yok edilmesine bir örnektir’ olarak tanımlar.

‘Anadili Bulgarca Olmayan Vatandaşlar’ Kimdir Bunlar?

            1990’lı yıllara gelindiğinde Bulgaristan’da siyasi durum değişmiş, BKP iktidardan indirilmiş, T. Jivkov istifa etmiş ve kısmen de olsa demokratik süreç başlamıştır. Kısa zaman sonra Ulusal Meclis seçimleri yapılır ve hemen ardından yeni Anayasa yazma çalışmalarına başlanır. 13 Temmuz 1991’de yürürlüğe giren yeni Bulgaristan Anayasasının 36. maddesinin 2. fıkrası, ‘Ana dili Bulgarca olmayan vatandaşlar, Bulgar dilini zorunlu öğrenimi ile birlikte kendi dillerini öğrenme ve kullanma hakkına sahiptirler’ şeklinde düzenlenir.(2) Anayasanın bütününe bakıldığında ‘azınlıklar’ kavramına rastlanmaz [Bulgaristan, kuruluşundan beri azınlık politikalarını hiçbir zaman, açık ve şeffaf yürütmemiştir (3a)]. Bu maddeye dayanarak pek çok yeni düzenleme yapılır, ancak bu düzenlemelerin hayata geçirilmesi pek kolay değildir. Bu durumu, S. Yenisoy (2017) şöyle açıklar: ‘Kararların alınması çok zaman alıyor, devamlı erteleniyor, alınan kararlar da Eğitim Bakanlığınca bir türlü uygulamaya geçirilmiyordu.’ Ancak 1991-1992 Eğitim – Öğretim yılından itibaren Türkçenin seçmeli ders olarak sadece yerel yönetimlere (Belediyeler) bağlı okullarda okutulabileceği kararı alınır. 9 Eylül 1994’te Bakanlar Kurulu, Başbakan imzalı Resmî Gazetede bir kararname yayımlar. Buna göre ‘Ana dili Bulgarca olmayan öğrenciler, isterlerse (seçmeli ders statüsünde) 1. sınıftan 8. sınıfa kadar haftada 4 ders saatini geçmeyecek şekilde anadillerini (Kararnamede ‘Türkçe’ ibaresi geçmez) öğrenebilirler.(4) Ancak, bu kararnamenin uygulanmasında ciddi boşluklar ve üstü kapalı da olsa bazı engeller vardır. Sözgelimi, öğrenci ana dil dersinden zayıf alsa dahi bir üst sınıfa geçer ve bütünleme sınavına da girmesi zorunlu değildir. Ayrıca, Türkçe derslerin okutulabilmesi için (aynı sınıf düzeyinde ve ayı okulda) en az 14 öğrencinin böyle bir talepte bulunması ve bu dersi okutacak bir öğretmenin de olması gerekir (28.05.2001’te Bakanlığın aldığı karar gereği Türkçe dersleri, okul saatleri dışında okutulması gerekir. Gökbel & Karakuş, 2019). Bir başka tuhaflık da şu; öğrenci, serbest seçmeli ders olarak anadilini okumayı tercih ettiği takdirde, yabancı dil (İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca vs.) derslerine girmeye hakkı yoktur (çünkü anadil dersi, ‘seçmeli yabancı diller’ kategorisindedir. Bu düzenlemeye karşı 2015’te Hak ve Özgürlükler Hareketi partisi, meclise bir yasa teklifi sunar. Buna göre Türkçe dersi ‘zorunlu seçmeli ders’ olmalı. Ancak, bu öneri kabul görmez ve reddedilir (5)). Bulgarcayı iyi bilmeyen öğrenci, bu dili daha iyi öğrenebilmesi için seçmeli ek ders olarak Bulgarcayı seçerse, ana dil dersini seçemez, ayrıca öğrencinin diplomasında veya bitirme belgesinde anadil dersi yazılmayacak ve başarılı olsa dahi not hiçbir şekilde yer almayacak. Oldukça karmaşık hale getirilen bu duruma dönemin yöneticilerinin iyi niyetli bir çözüm yolları aramadıkları açıktır. Dil uzmanı V. Kampf ise ‘ana dil eğitimi ne kadar erken yaşta başlarsa o kadar iyidir. Ana dil dersleri (çocuğun) gelişimi için harika olanaklar sunar. Bu durumdan çocuk, sadece kazanır’ der (akt. İlçeva, 2019). Bütün bu süreçte en büyük sorun kuşkusuz bu alanda yeterli sayıda yetişmiş nitelikli öğretmenin olmamasıdır. Bulgaristan’dan Türkiye’ye yapılan her büyük göçte olduğu gibi 1989 göçünde de Bulgaristan Türklerinin elit kesimi (yetişmiş, eğitimli, meslek sahibi kişiler) göç etmiştir. Özetle, ülkede Türkçe derslerini okutacak yeterli sayıda nitelikli öğretmen ne yazık ki yoktur.

            1989’dan sonra İslami okullar da açılmıştır. Ön lisans düzeyinde eğitim veren İslam Enstitüsü (Bu okul, 1998’de Yüksek İslam Enstitüsü adını alır ve öğrenim süresi de 5 yıl olarak belirlenir. Ancak, bu okuldan alınan diplomaların tanınması, Sofya-Yeni Bulgar Üniversitesi’nde fark derslerinin alınması ile mümkündür. Aksi halde alınan diploma resmi olarak ‘lisans’ düzeyinde kabul görmez), Şumen’de (Şumnu), Ruse’de (Rusçuk) ve Momçilgrad’da (Mestanlı) birer İmam Hatip Lisesi, yine Şumen’de Yüksek Pedagoji Enstitüsü bünyesinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ve Kırcaali Öğretmen Enstitüsünde de Türkçe Öğretmenliği bölümleri açılır (Bu bölüm, 2004 yılında ders verecek öğretim üyesi yetersizliği gerekçesiyle kapatıldı). Bu süreçte gerek öğretmen yetiştirmede ve gerekse kaynak temininde Türkiye’nin katkıları büyüktür (ayrıntılı bilgi için bkz. Süleymanoğlu Yenisoy, 2017).

 

Çözüm Yeri: Ulusal Meclis

            Bugün, Bulgaristan Türklerinin eğitimine baktığımızda 1970’li ve 1980’li yıllarla asla kıyaslanamayacak durumdadır. 2015 verilerine göre Bulgaristan genelinde 77 okulda ana dil Türkçe dersi okutulmakta(6). Ancak bugün, hala yeni basım Türkçe ders kitaplarının temininde zaman zaman engellerin çıkarılması, bazı Türkçe öğretmenlerinin maaşlarının merkezi bütçeden değil de yerel bütçeden (belediyeler) karşılanması, Türkçenin ‘seçmeli yabancı diller’ kategorisinde yer alması [Bulgaristan Ulusal Meclisinde bulunan Türk asıllı milletvekillerinin meclis albümünde ‘bildiği yabancı diller’ bölümüne, Rusça, Fransızca ve İngilizcenin yanı sıra Türkçe de yazılmakta. Türkçe, Ahmed’in, Cevdet’in, Erol’un, Hasan’ın anadili olsa bile hala ‘yabancı dil’ kategorisinde (7).] gibi çözüm bekleyen sorunlar vardır. Ayrıca, bazı bölgelerde Türklere ve Türkçeye karşı son yıllarda aşırılıkçı siyasi partilerin ve grupların saldırgan tutumlarının ve yaygın nefret söylemlerinin artması ve bu eylem ve söylemlere karşı ciddi anlamda caydırıcı cezaların olmaması ayrı bir sorundur. Aklı başında hiçbir Bulgar’ın veya Türk’ün birbirlerinin etnik kökeni ile veya dini inancı ile sorunu olamaz.

            Gerek ülke içinde yayımlanan pek çok raporda ve gerekse de Avrupa Birliği’nin değişik rapor ve projelerinde de ifade edildiği gibi Bulgaristan Türklerinin bugünkü eğitim düzeyi oldukça düşüktür. 2011 verilerine göre lisans mezunu (ülke nüfusuna göre) Türklerin oranı % 4,9 iken bu oran Bulgarlarda % 25’in üzerindendir. Benzer durum lise mezunları için de geçerlidir (3b). Bu da pek çok sorunu beraberinde getirmektedir: işsizlik, ekonomik yetersizlik, erken yaşta evlilik, adi suçlara bulaşma, göç vs.

            Bulgaristan Türkleri, hiçbir zaman bu ülkeye ihanet etmemişlerdir. Marşına, bayrağına tüm ulusal değerlerine her zaman saygılı olmuşlar. Kendileri bu ülkede, geleceklerini, başka ülkelerde görmemişlerdir. Gencinden yaşlısına, çocuğundan ergenine bu ülkeyi hep sevdiler ve sevmeye devam ediyorlar. Yaşanan tüm insani trajedilere rağmen, bu ülkeye ve bu ülke insanına hiçbir zaman kin gütmemişler, intikam peşinde koşmamışlardır. Kendi vatanları olan bu ülkeye karşı güçlü, özel bir bağlılıkları ve sadakatleri vardır. Çünkü beş asırdan fazla bu topraklarda varlar ve var olmaya da devam edecekler. Bağımsızlıktan sonraki ilk yılların çalkantılı siyasi geçmişine rağmen, insani trajedilerle dolu Balkan savaşlarına rağmen ve bitmek tükenmek bilmeyen göç dalgasına rağmen, komünistlerin izlediği ikiyüzlü ve insanlık dışı vahşi politikalarına rağmen bu ülke Türklerin de değeridir, yurdudur, vatanıdır. A. Georgiev’in ifadesi ile (akt. Atasoy, 2018) Bulgaristan Türkleri, Bulgaristan’ın sadık vatandaşlarıdır.

            Bulgaristan Türkleri, Bulgarcayı elbette öğrensinler (öğrenecekler de). Bu dilde yazabilsinler, okuyabilsinler, Bulgarcanın en güzel edebi metinlerini anlayabilsinler, yorumlayabilsinler. Bu toprakların egemen dili Bulgarcadır. Buna, bu topraklarda doğup büyümüş aklı başında hiçbir Bulgaristan Türkünün itirazı olamaz. Bugün, Bulgaristan Türkleri, Türkçe konuşuyorlar (konuşulan ve yazılan günlük ortalama Türkiye Türkçesini de anlayabiliyorlar) ancak ne yazık ki konuşulan bu dil, çağdaş Türkiye Türkçesinden pek çok yönden uzaktır (Çağdaş Türkiye Türkçesinde metin yazabilme becerisi ise oldukça düşük düzeydedir). Bunun düzeltilmesi hem insani hem de Devletin en asli ve yüce görevidir. 

            Sadkova (2013)’nın da ifade ettiği gibi ana dilini öğrenmek her öğrencinin hakkıdır. Bu çerçevede, Bulgaristan Türkleri, okullarda çocuklarına göstermelik olarak değil (bazı politikacıların da seçimden seçime hatırladığı bir seçim malzemesi olarak hiç değil) gerçek anlamda ve tereddütsüz temel insan hakkı olarak, ana dillerinin bilimsel yöntemlerle ve ehil kişilerce öğretilmesini istiyorlar. Nitekim ana dil eğitimi, kültürel kimliği korumanın ve muhafaza etmenin en önemli yöntemidir. Bu uygulama Bulgaristan’a hiçbir şey kaybettirmez, tam tersi, bu uygulama ile tüm ülke kazanır. Çünkü bu çocuklar, bu ülkenin evlatlarıdır ve öyle de kalacaklar. Sorunun çözüm yeri, Avrupa Birliğinin büyük, kalabalık ve soğuk salonları veya başka ülkelerin başkentleri değildir. Çözüm yeri, Bulgaristan Ulusal Meclisidir. Diplomatik kurnazlıklarla, ucuz ve günübirlik parti politikaları ile veya söz oyunları ile zaman kaybedilmeden bir an önce bu sorunun kesin, kalıcı ve barışçıl olarak anayasal hukuku çerçevesinde çözüme kavuşturulmalı zira, dünyada bunun pek çok örneği vardır.

KAYNAKÇA:

YAZARIN DİĞER YAZILARI