( 2. Bölüm)
Cemil KİRAZ
cemil_kiraz@hotmail.com
Darbecilerin Düşman Yaratma Çabaları
1923 yılında darbe ile Bulgar Halk Çiftçi Birliği Partisi iktidardan uzaklaştırılır. Yerine kurulan yeni hükümetin uygulamaları oldukça radikaldir. ‘Bulgaristan, Bulgarlarındır!’ sloganı ile ülkeyi yöneten darbe iktidarı, sadece Türk azınlığa karşı değil, tüm azınlıklara karşı düşmanca bir yaklaşım izler. Her şeye rağmen Bulgaristan Türkleri, 1929’da Sofya’da Milli Kongre adıyla büyük bir kongre düzenlerler. Bu kongrede Bulgaristan Türklerinin başta eğitim olmak üzere pek çok temel sorunu tartışılır ve bu sorunlara çözüm yolları aranır. 450 delegenin katılımı ile gerçekleştirilen kongrede alınan kararlar (Bu kararlardan bazıları şöyledir; müftülerin seçimle iş başına gelmesi, Türk okullarında Latin harfleri ile eğitim yapılması, Türk okullarına uygulanan vergilerin hafifletilmesi, okul bütçelerinin müftülüklerce onaylanması vs.) hükümete iletilir. Ancak kararların uygulanması ve hayata geçirilmesi bir yana, 1930’lu yıllardan başlayan sistematik uygulamalar, Türk okullarının itibarsızlaştırılması, bir kısmının çeşitli bahanelerle kapatılması ve nihayetinde 1946 yılında gelindiğinde de (9 Eylül 1944 yılında dönemin Sovyet hükümetince desteklenen komünistler, darbe ile iktidarı ele geçirirler ve 15 Ekim 1944’te ülkenin adını da ‘Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’ olarak değiştirirler) Türk okullarının devletleştirilmesi ve eğitim dilinin de tamamen Bulgarca yapılması yoluna gidildiği görülmektedir.
Komünistlerin ‘Tek Tip İnsan’ Yaratma Çabaları
Bulgaristan’ın Sovyet destekli komünistler tarafından yönetilmeye başlanması (1944), Türkler açısından son derece önemlidir. Zira Bulgaristan Türkleri, 1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşı sonrasında bu ülkede peyderpey azınlık durumuna düşmüş ve bunun sancılarını da hep çekmişledir. Marinova (2019)’ya göre Sovyet ideolojisi, 1989 yılına kadar Bulgaristan’ın ulusal azınlıklara bakış açısını esastan belirlemiştir.
Türkler açısından artık yepyeni bir dönem başlamıştır. Yeni yönetimin en büyük amaçlarından birinin kuşkusuz Türklerin de desteğini almaktır. Zira Türklerin ezici bir çoğunluğu çiftçiydi ve üretimde söz sahibiydiler. Ancak şunun altının çizilmesi gerekir; sadece Bulgaristan’da değil, tüm Balkanlarda yönetim-rejim değişikliğini özelde Türkler, genelde ise Müslüman azınlık, her zaman temkinli karşılamışlardır.
Sovyet - komünist ideolojinin temel amaçlarından biri ‘sınıfsız, sosyalist, tek tip bir toplum’ oluşturmaktı. Bunun için önce, özel statüde olan Türk okulları devletleştirildi, okullarda okutulan din dersleri kaldırıldı, yüzyıllardır kullanılan Türk yer - bölge adlarına Bulgarca adlar verildi. Toğrol (akt. Börklü, 1999)’un araştırmasına göre 1200’e ulaşan Türk okullarının sayısı, 1946’da çıkarılan bir yasa ile bu okulların ve vakıfların taşınmazları devletleştirildi. Bu süreçte, Türklüğe ait pek çok yapı, kültürel değer, yaşam biçimi vs. ya tahrip edildi ya da yok olmasına göz yumuldu veya hükümet tarafından (çeşitli uydurma bahanelerle) el konuldu. Bütün bunların neticesinde 1950 - 1951 yıllarını kapsayan zaman zarfında Türkiye’ye 150 binden fazla Bulgaristan’lı Türk göç etmek zorunda kaldı (veya göç etmek zorunda bırakıldı). Ancak 1951 yılının sonunda durum değişir ve dönemin Sovyet liderinin (Stalin) Bulgaristan’a verdiği talimatla, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç kesin olarak durdurulur ve ‘Sosyalist bir ülkeden kapitalist bir ülkeye göç’ün imaj açısından pek uygun olmadığı sonucuna varılır ve tam tersi bir politika izlenmeye başlanır. Türkler, Bulgaristan’da kalmalı, (ileride Türkiye’de yapılacak olan ‘komünist bir devrimde!’ kullanılmak üzere) ve eğitilmelidirler.
Bulgaristan’dan Türkiye’ye yapılan her göçte Bulgaristan’da kalanlar için en büyük sıkıntılardan biri, Türk entelektüellerinin de bu ülkeyi terk etmiş ve/veya terk etmek zorunda kalmış olmalarıdır. Bu da beraberinde her şeye yeniden başlamak anlamına gelir. Bu süreçte, Türklere yönelik hükümet politikaları da artık değişmiştir. Nitekim dönemin Sovyet lideri, Stalin’in talimatıyla 2 Şubat 1951’de Bulgaristan Türklerinin durumunu incelemek ve ‘Sovyet ideolojisine uygun bir model oluşturabilmek için’ Azerbaycan’dan (Bugünkü Azerbaycan, o dönemde Sovyetler Birliğinin bir üyesiydi) Bulgaristan’a 13 kişilik bir heyet gelir. Bu heyet, Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde incelemelerde bulunur ve Bulgaristan hükümetine Türklerin eğitim durumunu anlatan kapsamlı bir rapor sunar. Bu dönemde, Bulgaristan Türkleri için Sovyet yönetimin de baskısı ile de olsa (görece) olumlu denilebilecek adımlar da atılır. Buna göre; Kırcaali, Razgrad ve Sofya’da Türk pedagoji okullarının yanı sıra; Rusçuk’ta Türk kız lisesi ve ortaokulu açılmasına karar verilir. Ayrıca Türk öğrencilere burs desteği de sağlanır. Yeni Türkçe ders kitapları hazırlanır ve Türk öğrenciler için Sofya Üniversitesi’nde yeni bölümler açılır. Ancak tüm bunlar, Azerbaycan’dan gelen uzmanların yardımı ile (ve komünist ideolojisi ile) hayata geçirilir. Bu sayede yetişen pek çok Türk genci, uzmanlık eğitimi için Azerbaycan’a gönderilir. Bu şekilde Stalin’in önerisi ile Bulgaristan Türkleri için ‘Sovyet Azerbaycan modeli’ denenir. Bu modelin ana felsefesi, ‘Azeriler de Türk’tür ve Sovyet sosyalist ideolojisini benimsemişlerdir. Azerilerin önerileri ile Bulgaristan Türkleri de sisteme – komünist ideolojiye entegre olmaları daha kolay olacaktır.’ Bu arada, Türklerin BKP’ye (Bulgaristan Komünist Partisi) üye olmaları için olağanüstü çabalar gösterilir. Bunun için de partinin eğitim kurslarına Türklerin kayıt olması için propaganda faaliyetlerine ağırlık verilir. Türklerin geleneksel yaşam biçiminden koparılması için pek çok yöntem denenir. Sinemadan basına, meslek edindirme kurslarından dans kurslarına kadar pek çok aktiviteye Türklerin de katılması için (özellikle de genç kadınların) yoğun faaliyetlerde bulunulur. Bu aktivitelere katılanlara da komünizm propagandası yapılır, komünizmin esasları anlatılır. ‘Sosyalist toplum ideali için her bireye görev düştüğü’ teması işlenir. Ancak istenen sonuç elde edilemez. Türklerin ezici çoğunluğu, geleneksel yaşam biçimlerinden vazgeçmez. Kadın-erken ilişkileri, aile yapısı, evlenme ritüelleri, çalışma hayatı, doğum ve daha pek toplumsal alanın temel belirleyici unsuru, geleneklerdir ve bu geleneklerin ana rengini oluşturan, temel referans noktası da hala İslam’dır.
Takvimler 1956 yılını gösterdiğinde Bulgaristan hükümetinin Türk azınlık politikaları, yeniden değişir, zira Sovyet lideri Stalin ölmüştür. Büyük emeklerle hayata geçirilen pek çok olumlu düzenleme iptal edilir, yasaklanır veya sürüncemeye bırakılır. İlk iş olarak Azeri uzmanlar ülkelerine geri gönderilir, Sofya Üniversitesinde Türk öğrenciler için açılan bölümler hemen kapatılır. Türk öğretmen okullarında ve Türk liselerinde eğitim dili yeniden Bulgarca olur. Türkler ait neredeyse tüm okulların kapısına ya kilit vurulur ya da Bulgar okulları ile birleştirilir. Şimşir (1986)’in ifadesiyle, sosyalist dönemde başlayan Türk eğitimini kalkındırma çabaları çok kısa ömürlü olmuştur. Oysa insanın kendi ana dilini formel düzeyde (okul ortamında) öğrenmek için eğitim alması temel insan hakkıdır. Jelyazkova ve ark. (2012)’nın da ifadesi ile aktaracak olursak; ‘iyi eğitim alamamış farklı etnik yapıların ülkenin sosyal, ekonomik ve politik yaşama adil bir şekilde katılmaları mümkün değildir’. Bu durum da daha ciddi ve farklı sorunların tetikleyicisi olacaktır.
Not: Bulgaristan Türklerinin eğitim durumu ile ilgili 1956 yılı sonrası uygulamalar ve yaşananlar bir başka sayıda ayrıca ele alınacaktır.
Kaynakça: