Ömür dediğin



Pazar, 10 Aralık 2017

Ömür dediğinAhmed Hasan BAHADIRDün - Bugün - Yarın

İnsanoğlunun doğumundan ölümüne kadar geçen sınırlı zaman dilimine "ömür" denir. Kendisine biçilen ömrü tamamlayan her canlının yaşamı birgün mutlak son bulur. Dünyaya teşrifimiz bize sorulmadığı gibi, bu geçici yurttan bîçare ayrılışımızın vakti de kulların arzusuna göre değil, Hâlik-ı Zü'l-Celâl'in takdiriyledir. Ancak doğumumuzla ölümümüz arasında geçirdiğimiz ömrün anlamlı ya da anlamsız kılınması kendi elimizdedir. Kopan her takvim yaprağıyla birlikte, ömrümüzden bir gün geri gelmemek üzere uçup gitmektedir adeta. Her senenin başında duvara astığımız takvim yapraklarını günbegün eksiltirken, ömrümüzün hızla azalmasından ve sonumuzun yaklaştığından ne denli haberdarız? Günlük rutin işlerimizin peşinde; dün-bugün-yarındı derken, "ya ahiret durumumuz ne halde" endişesiyle öz eleştiri yapabiliyor muyuz? Kâr zarar hesabını yapabilenlerin âhır ve âkıbetleri hayr ola...

Sağlıklı bir gözlem yaparsak, dün, bugün ve yarın dediğimiz şu üç günlük dünyada sanki bitmeyecek bir ömrü yaşıyormuşçasına doludizgin koşuşturduğumuzu, akıp giden zamanla birlikte ömrümüzün de tükendiğinin farkında olmadığımızı görürüz. Seküler ortamın süslü yüzü, insan ömrünün hızlıca geçtiğini unutturacak kadar çekici ve yanıltıcıdır. Halbuki Sünnetullah gereği yeryüzünde bir halden başka hale geçenler; örneğin yeni iken eskiyenler, ham iken olgunlaşanlar, noksan iken kemal bulanlar, sıcak iken soğuyanlar, bugün varken yarın aniden yok olanlar hep şunu nida etmekte: "Bak, ey Âdemoğlu! Doğdun ama öleceksin, sakın ha! Vaktini boşa harcama, imtihandasın, ömrünü iyi değerlendir".

Hiç şüphesiz insan olarak en önemli özelliğimiz ve sermayemiz akıl/fikir sahibi olmamızdır. Aklımızı yerli yerinde kullandığımızda dünya ve ahirette kârlı çıkar, iki cihan saadetine namzet oluruz. Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadislerinde konuya şöyle açıklık getirirler: "Akıllı kişi nefsine hakim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tabi kılan ve Allah'tan dileklerde bulunup durandır" (Riyâzu's-sâlihîn, Hadis No: 67). Kaldı ki, mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de Yüce Allah: "Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler" (A'raf/34) ferman-ı ilâhisiyle ömürlerin sınırlı oluşunu açıkça beyan etmektedir. Dolayısıyla her insanın ve topluluğun muayyen bir ömrü vardır. Dünyada yaşayacağı günleri, alıp vereceği nefesleri sayılıdır. Bunda anlaşılmayacak ne var?

Akıllı kimse, bir serap gibi parıldayıp kaybolan ömür nimetine nankörce davranması yerine, sınırsız nimetlerin sahibi "Rezzâk-ı âlem"e müteşekkir olmalıdır. Ömür nimetine şükretmek, kişinin içinde bulunduğu zamanı ancak ilahî rızaya uygun geçirmesiyle mümkün olur. Zira Cenab-ı Hak: "Sonra, o gün size verilen nimetten elbette hesaba çekileceksiniz" (Tekâsür/8) uyarısını yapmaktadır. Bu durumda unutulmamalı ki, bizlere bahşedilen her yeni gün ve onun içindeki envâi nimetler öbür dünyaya dönük sorgu-sual sebebidir. Hatta kesintisiz aldığımız nefesi bile geri verdiğimize göre hiçbir şey bizim değil demektir.

"İki günü birbirine eşit olan zarardadır" (Ali el-Kârî, el-Masnû, 174) hadisini sıkça duymuşuzdur. Hayatın inişli çıkışlı yollarını katederken tabir caiz ise vites değiştirmek elzemdir. Araç kullananlar iyi bilirler, sürekli düşük vites hararet, yüksek vites ise selamet ve bir an önce menzile varıştır. Müslüman sâhil-i selamete giden yolu takip etmekle sorumlu olduğuna göre, adeta dev bir müsabakaya çıkmışçasına karşısına hedef olarak konulmuş olan Cennet'e ulaşma gayretinde olmalıdır. Elbet bu zorlu yarışta kişi zaman zaman bitap düşebilir, engellere takılabilir, ancak patinaj yapmamaya özen göstermelidir. Ola ki yarışmacı yolda kalırsa, ümidini yitirmeden kaldığı yerden devam etmelidir. Nitekim hz. Mevlânâ'nın ifadesiyle de "bu yol ümitsizler yolu değildir".

Şimdi 2017 yılının son demlerine gelmişken, iletişim ve etkileşim çağında öğrendiklerini pratiğe dökmekte bir hayli zorlanan fertler olarak kendimizle yeniden yüzleşelim. İçe ve dışa dönük sorumluluklarımızın vaziyeti nedir? Mâlum, iki kapılı bir han denilen dünyada bin bir gâile var, insanın bitmeyen arzuları ve sıkça yakındığımız geçim derdi var. Bütün bunlara karşılık da birgün insanlığı bekleyen mahkeme-i kübrâ var. Yaptıklarımız ve yapamadıklarımızla dün bulunduğumuz nokta ile bugün geldiğimiz nokta, hayır ve iflâh beklediğimiz yarına dair gönlümüze bir nebze umut serpiyor mu?

Modern çağın insanı baskın kültürün tesirinde nereye gittiğini düşünmeden, öz değerlerine sırt çevirmiş vaziyette korkunç bir dönemecin eşiğinde kıvrandığını gözardı etmektedir. Huzur aradığı dünya işleri ve ilişkilerinde genelde tatminsiz ve umutsuz, ahiret noktasında ise nemelâzım ve vurdum duymaz. Buna rağmen emeksiz Cennet hayallerindedir. Kur'ân'a göre insan ancak çalıştığının karşılığını alacaktır. Dolayısıyla mümin -sınav bilinciyle- dünyada yaşarken Cehennem'e düşmekten sakınacak, bununla birlikte Cennet'e girme umudunu da yitirmeyecektir. Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, mühim olan akıl sermayesini iyi kullanmak, iradeyi doğruya ve güzele yönlendirmek, Allah'ın rizasına uygun ameller yaparak huzuruna yüz akıyla çıkabilmektir.

Bazen "ömür dediğin" nedir ki? diye dökülüverir dilimizden... 950 sene yaşayan Hz. Nuh Peygamber bile ömrü tek cümleyle "bir kapıdan girip öteki kapıdan çıkmak" olararak özetlemiş ... Öyle ise süslü ve gizemli bir güzele benzetilen dünyaya kaş göz atmak, bel bağlamak akıl kârı değildir. Çünkü o vefasız dilber, -çağlar boyu- kendisine gönül bağlayan hiç kimseye yar olmamıştır.

Bu manada dervişe sormuşlar:
- Hayat nicedir? Demiş ki:
- Evlât! Hayat bilmecedir, attığın her adım bir hece, çözene gündüz, çözemeyene gecedir.

Hayatın anlam ve gayesini gündüz kıvamında çözebilmek dileğiyle ...

YAZARIN DİĞER YAZILARI