Toplumun Hoş'ları ve Boş'ları



Cumartesi, 19 Nisan 2014

Toplumun Hoş’ları ve Boş’larıAhmed Hasan BAHADIRModern dünyanın stresli toplum hayatı âdeta bir harp meydanı gibi. Her halükârda maddiyatımıza diyecek pek fazla bir şey yok ama buna mukabil millî ve manevî değerlerimize yöneltilen saldırıların ardı arkası kesilmemekte ve bu sıkıntıyı hissedenler bunalım şehrinde huzur sokağını aramaktalar. Şu günlerde huzur ortamını bulmak oldukça zor bir iş olsa gerek.

Fakat inanmış gönüllerin en büyük tesellisi, her zorluktan sonra kolaylığı müjdeleyen Rabbi Zü'l-Celâl'in yardımının geleceğine bihakkın inanmalarıdır. Yüce Yaratan yardım edince zor görünen kolaylaşıverir, şer olan yerini hayır ve güzelliklere bırakır.

Günlük yaşamımızda devlet adamlarından siyasilere, âmirlerden memurlara, sanat camiasından spor dünyasına kadar birçok farklı ismin ve cismin zihnimizden gelip geçtiğini inkâr edemeyiz. Maziye baktığımızda bir zamanlar halkın ilgi gösterdiği, görsel ve yazılı medyanın gündemlerinden düşmeyen isimler, nedense kısa bir müddet sonra geçerliliklerini yitirmişler ve unutulmaya mahkûm edilmişlerdir. Halkın: "çok gördük biz böylelerini" şeklindeki sitemli sözü herhalde bu tipler için söylenmiştir. Onların geçmişte yaşadıkları havalı günler anılarda kalmış ve yerini masallardaki gibi "bir varmış bir yokmuş" anlatımına bırakmıştır. Elbette bu durum halkın vefasızlığı değil, belki de yaşanması gereken tabii bir süreçtir. Yalnız şu bir gerçek ki, toplum her ne kadar iş yapacak adamları genellikle geç anlasa da eninde sonunda onların farkına varmıştır. Nitekim zamanın geçmesiyle insanlık mücadelesi veren şahsiyetlerin kıymetinin daha iyi anlaşıldığı kabul görmüş toplumsal bir gerçekliliktir. Bu sebeple insanların unutulma ve hatırlanma durumlarını izah ederken, kimin topluma neyi bıraktığını ve toplum için ne denli fedakârlık yaptığını da sorgulayıp irdelemek durumundayız.

Tarih geçen zamanların şahididir diyor Cicero. O bir taraftan halkın gönüllerinde güzel izler bırakmayı başaran hoş insanların varlığına ve onların fedakârane hizmetlerine şahit olurken, diğer taraftan da hemen her alanda rastladığımız "çok laf az iş" anlayışıyla hareket eden boş figüranların topluma ve insanlığa verdikleri zararlara şahit olmuştur. Böylece kimileri daima hayırla yad edilirken, kimileri de anıldıkları zaman söylettikleri "illallah"larla hatırlanmışlardır. Bir zamanlar icraat imkanına veya topluma yön verme konumuna sahip olan insanlar, şayet topluma ve insanlığa kalıcı bir şeyler kazandıramamışlarsa veya bir sefercik olsun onlara "Allah senden razı olsun" dedirtememişlerse, bu gibi kimselerin unutulmaları da son derece normaldir.

Öte yandan bulundukları mevki ve makamı bir tatmin aracı olarak kullanan idareciler hep olmuştur. Bugün halkımızın itirazlarına rağmen bilhassa dini müesseselerimizin başına görgüsüzce geçmek isteyen dünya perestler hangi dava ve hangi emellerin peşindeler acaba? Bir kısmını haksız yere sahiplenip bir kısmını satmaya cüret ettikleri vakıf malları insafsızca yok edilebilir mi? Din işlerine ve Müslümanların maslahatına adanmış temsili bir makamın imkanlarını şahsî çıkarlar ve kötüye kullanmanın hesabı kolay verilebilir mi? Yaptıkları hayasızlıklarla gündeme gelenler ve dolayısıyla içinde bulundukları halka ahlakî zaafları ile örnek olacaklarını zannedenler ancak söz konusu toplumun "boşuna adamları" olarak anılabilirler. Onlar kendilerini iyi bilirler.

Toplumumuzda hangi seslerin fazla çıktığına şöyle bir kulak verecek olursak, maalesef bugün hemen her alanda "dünya kalabalığı" diyebileceğimiz kişilerin, değerli insanların sesine galebe çaldıkları gün gibi ortadadır. Sağlıklı düşünceleri ve faydalı hizmetleriyle topluma yön verebilecek olan insanların yerlerini boş ve lüzumsuz işler peşinde koşan kimseler almıştır. İki kültür arasında yaşayan insanlarımızın kalitesini düşüren ve adeta onları ifsat eden faktörlerden biri de vasıfsız, değer bilinci taşımayan, gününü gün eden sıradan kimselerin toplumumuza örnek şahsiyetlermiş gibi sunulmasıdır. Yetişen gençliğimizin günlük hayatında neler yaptıklarını sorguladığımızda trajikomik tablolarla karşılaşmaktayız. Konuyu biraz daha basitleştirerek anlatmaya çalışırsak, bugün küresel çapta yaşanan manevi erozyonun etkisinde "internet"le yatıp "televizyon"la kalkarak zaman öldüren boş bir nesil ile karşı karşıyayız. Bunlar başkalarının değil, bizim çocuklarımız ve yarının büyükleri. Şayet kendimizi kandırmayacaksak elimizdeki malzemenin de bu olduğunu inkâr etmemeliyiz.

Elbette toplumumuzun içinde örnek vasıfları ve onurlu duruşlarıyla takdir görmesi gereken seviyeli insanlarımız da vardır. Onlar imkânlar nispetinde "hayra motor", "şerre fren" görevini yürütmeye gayret gösteriyorlar. Fakat toplumun geneline baktığımızda, üzerlerine titrediğimiz ve gelecekleri için nice hayaller kurduğumuz günümüz genç neslinin bir "zevk toplumu" haline geldiğini ve boş işlerle iştigal ettiğini itiraf etmek durumundayız. Her şeyden önce düşünen, üreten, faydalı işler yapan hoş insanlar yetiştirmemiz gerekirken, sanal âlemden fuzuli televizyon programlarına kadar her daldan çalan, iyi ile kötüyü ayıramayacak kadar boş olan ve de kendilerini filmlerde gördükleri artistlerle özdeşleştiren veya onları taklit eden bir nesli farkında olmaksızın yetiştiriyoruz. Yoksa yanlış mı düşünüyorum acaba?

Bugün gençlerimizin hafızalarında tarihte yerini almış ahlâk modeli büyüklerimizin misyonları değil mefhumları bile yok. İstisnalar kuralı bozmaz. Söz konusu boşluğu dolduran birçok fıtrat dışı etkenler var. Aslında burada bir durum tespiti yaparken veya hepimizin gözleri önünde yaşanan bir durumu tekrar hatırlatmaktan maksat kuvvetli bir yozlaşmanın esiri olduğumuzu dile getirmektir. Her ne kadar yeni yetişen hocalar ve aydınlar tarafından gerçekler bütün çıplaklığıyla ortaya konmaya çalışılsa da gözler bakar kör, kulaklar duymuyor, hoşsohbetler dinleniliyor gibi görünse de olumlu netice alınamıyor. Acaba buna basiret bağlanması diyebilir miyiz?

Kuvvetle muhtemeldir ki, yapılan ifsat çalışmaları sistematik, bilinçli ve hatta bilimsel metotlar kullanılarak yapılmaktadır. Toplumumuzdaki sosyal çözülme neticesinde açılan yaraların arkasında birçok menfi durumlar yatmaktadır. Durum böyle olunca bizler hiç bir şey yapmayacak mıyız? Yoksa olayları gelişigüzel "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" mantığıyla mı izleyeceğiz? İnsaf sahibiysek elbette "hayır" diyebilmeliyiz.

Bugün halkımızın "boş adam" tabiriyle de nitelendirdiği vasıfsız, kalitesiz ve birikimsiz kimselerin her alanda ön plana çıkmalarından ve söz sahibi olmalarından bir rahatsızlık duyuyor isek, onların vermiş olduğu zararlara karşı koyabilmemiz ve toplumumuzu az biraz çizgiye çekebilmemiz için, bu gibilerin alternatifi olan dava sahibi öncü şahsiyetleri tanımakta ve tanıtmakta da aciz kalmamalıyız. Bunu yaparken de modern dünyanın olmazsa olmazı haline gelmiş olan kitle iletişim araçlarını kullanmada en az karşımızdakiler kadar mahir olabilmeliyiz. En önemlisi de şuculuğu buculuğu, fırkalaşmayı ve de sadece "kendine Müslüman" zihniyetini bir an önce zor da olsa terk etmeliyiz. Nitekim tecrübeler "kendin çal kendin oyna" usulündeki faaliyetlerin silik ve sönük kalacağını göstermiştir.

Şu gök kubbenin altında hoş bir seda bırakabilmek temennisiyle...

YAZARIN DİĞER YAZILARI