GAGAUZLAR



Pazar, 13 Ocak 2013

GAGAUZLARMetin EDİRNELİGagauz Yeri Özerk Bölgesi Moldova Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan idari bir yapıdır. Yaklaşık 175 bin kişiden oluşan nüfusun büyük çoğunluğunu; 138 binini Gagauzlar oluşturmaktadır. Onları sırayla Ruslar, Moldovanlar, Bulgarlar ve Ukraynalılar izlemektedir.
Gagauzlar günümüzde sadece Gagauz Yeri Özerk Bölgesinde yaşamamaktadırlar. Aynı zamanda Moldova, Bulgaristan, Ukrayna, Kafkasya, Yunanistan, Romanya, Makedonya, Türkiye, Kazakistan, Özbekistan; hatta Brezilya ve Arjantin'i de içine alan bir coğrafyada da Gagauzlar bulunmaktadır. Toplam nüfuslarının ise yaklaşık 300 ile 400 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir.

1831 kilometrekare büyüklüğe sahip Gagauz Özerk Bölgesinin başkenti Komrat'tır. Diğer önemli şehirleri ise Çadır-Lunga ile Vulkaneşti'dir. Bağcılığın ve şarapçılığın çok geliştiği bölgede ana geçim kaynağı tarımdır. Ayrıca büyük çoğunluğu şarap fabrikası olmak üzere az sayıda da olsa sanayi tesisi bulunmaktadır. Doğal olarak işsizlik ve buna bağlı olarak da dış göç had safhadadır.

1985'de Gorbaçov'un Komünist Parti Genel Sekreterliği'ne getirilmesi Sovyetler Birliği'nde önemli değişikliklerin başlangıcı olur. Özellikle uygulamaya konan Perestroyka yani "yeniden yapılanma" ve Glasnost yani "açıklık" politikaları Sovyetler Birliği'nde taşları yerinden oynatır. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak başlayan hareketler, kısa süre içinde halkların bağımsızlık mücadelesine dönüşür. Bu süreçte yer alan halklardan biri de Gagauzlardır. Peki, ama kimdir bu Gagauzlar?

Dimitrov'a göre Gagauzların etnik kökenleri hakkında çok sayıda teori bulunmaktadır. Bazı tarihçilere göre Gagauzların geçmişi, Gökoğuzlara dayanmaktadır. Başka bazı tarihçilere göre Gagauzlar, Keykavus'un ardından Sarı Saltuk liderliğinde Dobruca'ya gelip yerleşen Selçuklu Türkleridir. Üçüncü bir görüşe göre ise Gagauzlar, Türkleşmiş Bulgarlardır.
Gagauz kavramının ilk resmi kullanılışı 1817 yılında yapılan nüfus sayımında olur. Fakat Gagauzlardan bir ulus olarak ilk defa olarak bahseden kişi 1837'de Tolstoy'dur. Bu gelişmeyi 1854'te de Keppen'in Gagauzların etnik kökeni hakkında çalışması izler. Fakat Gagauzların etnik kökeni hakkında asıl çalışmalar, yine 19. yüzyılda Çek bilim adamı K. İreçek, Polonyalı filolog İ. Kovalski ile Rus tarih profesörü Golubovskiy tarafından yapılmıştır.

Radlov, Moşkov, Manov, Mladenov, Cebeci, Acaroğlu ve Ülküsal'a göre Gagauzlar, Gökoğuzların torunlarıdır. Balasçaev, Halil İnalcık ve Kemal Karpat gibi bilim adamlarına göre ise Gagauz sözcüğünün kökeni Keykavus'a dayanmaktadır ve dolayısıyla Gagauzlar, Selçuklu Türkleridir. Fakat Manov ve İreçek'e göre bu tezin bilimsel geçerliliği bulunmamaktadır. Manov, Anadolu'dan gelen İzzettin Keykavus ve tebaasına Gagauz denemeyeceğini çünkü onlara Selçuklu Türkü dendiğini ifade etmektedir. İreçek ise Selçuklu Türklerinin Dobruca'da kısa bir süre kaldıklarını ve daha sonra Kıpçak ülkesine göç ettiklerini bu Gagauzların Selçuklu Türkleri olamayacağını belirtmektedir.

Gagauzların kökeni konusunda daha kapsayıcı bir bakışa Kowalski'de rastlamaktayız. Kowalski'ye göre Gagauzların bir millet olarak ortaya çıkışı üç dönemde gerçekleşmiştir. Bu süreçte en eski tabakayı kuzeyden gelen bir Türk topluluğu oluşturmuştur. İkinci tabakayı ise Osmanlılardan önce bölgeye gelen güneyli yani Anadolu üzerinden gelen Türkler meydana getirmiştir. Üçüncü ve son tabakayı ise Osmanlıların bölgeye yerleştirdiği Türk koloniler oluşturmuştur. Kısaca Kowalski'ye göre, Gagauzlar da diğer tüm uluslar gibi farklı toplumların bir araya gelmesiyle oluşmuş bir ulustur.

Gagauzların kökeni konusunda Bulgar ve Yunan iddiaları ise çok daha farklıdır. Onlara göre Gagauzlar, Osmanlı Sultan'ının bir emriyle anadillerini terk edip Türkçe konuşmaya başlamış olan Bulgarlar ya da Yunanlardır. Fakat bu iddiaların bilim çevrelerinde pek destek gördüğü söylenemez. Zaten günümüzde de Gagauzya'da, Moldova'da, Ukrayna'da Gagauz ve Bulgarlara ait köylerin ayrı oluşu, bu insanların birbirini farklı etnik uluslar olarak görmesi Gagauzların, Bulgar ve Yunan olamayacağının en önemli kanıtlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bulgarların, Gagauzların ve Yunanların ayrı etnik gruplar olduğunu Bulgar yazarların 19. yüzyılın sonuna doğru kaleme aldıkları Varna ile ilgili satırlarda da görmekteyiz. Bulgar yazar Nikola Naçov'un 1879'da, "Ne yazık ki, Varna bir Bulgar kentine benzemiyordu. Nüfusunun çoğunluğunu Türkler, Gagavuzlar ve Tatarlar oluşturuyordu. Bulgar'a çok ender rastlanıyordu" diyerek Gagauzlarla Bulgarların iki farklı etnik grup olduğunu ortaya koymaktadır. Dahası aynı bölgede bulunan Pravadı ile ilgili olarak yazdıkları Gagauzların kim olduklarını daha net bir biçimde ortaya koymaktadır: "Pravadı'nın nüfusu 3 bin 500 civarında. Bunların çoğunluğu Türk, geri kalanlar ise Bulgar ve bunların arasında birkaç Gagavuz, Yahudi ve Tatar da var. Gagavuzlar Ortodoks Hıristiyandır, ama Türkçe konuşurlar." Konuyla ilgili olarak Bulgar yazar İvan Vazov'un 1891'de kaleme aldığı gözlemleri de Gagauzların Yunan ya da Bulgar olmadıklarını destekler niteliktedir. Yazar, "Varna'yı görünce şaşırdım. Ben burayı Bulgar şehri sanırdım. Oysa burada Gagauz sesinden, Yunan sesinden başka bir şey duyulmuyor" diyerek şehirde 3 ayrı etnik grubun varlığına işaret etmektedir. Hal böyle olunca Yunan ve Bulgar iddialarının temelsiz olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Ayrıca geçmişte Bulgar Nüfus sayımlarında Gagauzların, Bulgarlardan ve Yunanlardan ayrı bir etnik grup olarak kayda alınması onların, ayrı bir etnik grup olduğunun en önemli kanıtlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Dahası atasözleri, masalları, fıkraları ve kahramanları; kısaca sözlü kültürleri onların, Türk kültürünün bir parçası olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Sonuç itibariyle akli ve bilimsel çalışmaların ışığında denilebilir ki, Gagauzlar, kökeni ağırlıklı olarak Gökoğuzlara dayanan Kıpçak, Peçenek ve Selçuklu Türklerinin kaynaşmasıyla oluşmuş bir ulustur. Aslında bu konuda daha da önemli olan iddialardan ve bilimsel çalışmalardan çok, insanların ne hissettikleri, kendilerini ne olarak gördükleridir. Şu güzel dizeler de bizlere, Gagauzların kendilerini ne olarak gördüklerini en güzel şekilde ortaya koymaktadır:

Ben kimsesiz kaldım
İsmini bilmeer
Ne olduğumu bilmezler
Ben Türk evladı vatansız kaldılar
Bana Urum Tukan derler
Türklüğümü hep çekerler (gizlerler)
Vatanım da vardır
Soyum kanım Türktür
Ama bilmezler

"Bizim aramız Türklan bir sovan zarı kadardır" Gagauz atasözü de yine, bu insanların Türkleri kendilerinden saydıklarının en önemli göstergelerinden biridir.
Hıristiyan dinine mensup olan Gagauzlar, dil ve kültürel özellikler bakımından Türk kültürünün bir parçasıdırlar. Günümüzde ağırlıklı olarak başta Gagauzya olarak tanımlanan Güney Moldova'da olmak üzere, Ukrayna'nın Odesa ve Bolgrad şehirlerinde bulunmaktadırlar. Fakat bu, ağırlıklı olarak 18. ve 19.yüzyılda yaşanan göçlerle ortaya çıkmış bir fotoğraftır. Oysa öykünün başlangıcı kavim göçlerine ve asıl olarak da sonrasında yoğun bir şekilde yerleşilmiş bulunulan Dobruca ve Trakya bölgelerine dayanmaktadır.
Oğuzların batıya göçü, biri güneyden biri de kuzeyden olmak üzere iki koldan olur. Gagauzların yani onların atalarını oluşturan Oğuzların, Balkanlara gelişi Karadeniz'in kuzeyinden 11. yüzyılın ikinci yarısında olur. Bizanslıların Uz ya Uzi demesinden dolayı Avrupalıların, Uz olarak tanımladığı Oğuzlar, 1065'de 600 bin kişiden oluşan kalabalık bir grupla Tuna'yı geçerek güneye doğru ilerler. Ağırlıklı olarak Kuzeydoğu Bulgaristan ve Dobruca bölgesi olmak üzere Balkanlara yerleşirler. Rus kaynakların Torki, yani Türk diye bahsettiği bu insanlar, bir süre sonra Bizans'ın etkisiyle Hıristiyanlaşırlar.

Gagauzlar, 14. Yüzyıl başlarında Balik Bey önderliğinde günümüzde Bulgaristan sınırları içinde bulunan Varna yakınlarında bir devlet kurarlar. Başkenti Balçık olan bu devletin varlığı, 1417'de Osmanlı Devleti'nin sınırlarına dâhil olmasıyla son bulur. Fakat Gagauzların halk olarak varlığı devam eder ve 18. yüzyılla birlikte bu süreç yeni bir boyut kazanır. Sürekli hale gelen Osmanlı-Rus savaşlarıyla birlikte Gagauzların göçü yeniden başlar. Ama bu sefer nehir tersine akar. Gagauzlar Rusya'nın da teşvikiyle, gruplar halinde günümüzde Moldova ve Ukrayna arasında ikiye bölünmüş olan Besarabya'ya doğru göç etmeye başlarlar. Bu süreçte özellikle 1774'te imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması'nın çok büyük etkisi bulunmaktadır. Çünkü anlaşmayla Çarlık Rusyası Osmanlı Devleti'ndeki Hıristiyan nüfusun hamisi konumunu elde etmiştir. Doğal olarak bu göçte de belirleyici olan etnik değil dinsel kimliktir.

Göçlerle birlikte günümüzde Gagauz Yeri Özerk Bölgesi olarak bilinen coğrafyada ilk Gagauz yerleşimlerinin temeli atılır. 1770'de Çadır ve Orak adıyla iki köy kurulur. Bunu daha sonra diğerleri izler. Özellikle 1877-78 yılında yaşanan ve 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı'yla birlikte bu süreç daha da hızlanır. Çünkü hem savaş hem de Çarlık Rusya'nın teşviki ve gelenlere toprak vermesi nedeniyle göç edenlerin sayısı hızla artar. Fakat şimdi başlayan yeni bir dönemdir. Rusya'nın ve Rus kültürünün hâkim olduğu yeni bir dönem...

Gagauzlar, başlayan yeni dönemden pek memnun değildirler. Başka bir deyişle başlayan bu yeni dönemden rahatsızdırlar. O kadar ki rahatsızlık, 1906 yılının ocak ayında isyana dönüşür. Gagauzlar, asimile olmamak kısaca, millî kültür ve kimliklerini koruma amacıyla harekete geçerler. Atmaca Pavli oğlu Andre'i Galatan önderliğinde hem Rus hem de Moldovanlara karşı ayaklanırlar. Ayaklanma Komrat'ta cumhuriyet ilanıyla sonuçlanır. Ancak içeride siyasi çalkantılar, dışarıda ise Japonya'ya karşı yaşanan yenilgi nedeniyle zor günler yaşayan Rusya'nın bu gelişmeyi kabul etme gibi bir niyeti yoktur. Ayaklanmanın ikinci haftasında Rus askerleri Komrat'a girer ve isyanı sert bir şekilde bastırır. Büyük umutlarla başlayan bağımsızlık hareketi de böylece iki hafta sonunda ortadan kalkmış olur. Fakat 1906 direnişi, duygusu ve düşüncesi her zaman yaşatılır. O kadar ki günümüzde Gagauz bayrağında yer alan yıldızlardan biri, bu direnişi ve hükümeti temsil etmektedir.

Gagauzların özgürlük düşüncesi 1985'de Gorbaçov'un, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği'ne getirilmesiyle yeni bir boyuta taşınır. Tüm uluslar ve halklar gibi Gagauzlar da uygulamaya konan Perestroyka ve Glasnost politikaları sonucu haklarını almak için harekete geçer. 1987'de Gagauz Halkı Örgütü'nü kurarlar. Örgütlenme ve mücadele kısa sürede meyvelerini verir. 12 Kasım 1989 yılındaki özerkliğin temeli atılır, 31 Ekim 1990 yılında da Gagauz Millet Meclisi oluşturulur. Stefan Topal Cumhurbaşkanı seçilir. Fakat bu zorlu bir süreçtir. Moldova ile ortaya çıkabilecek kanlı çatışmalar Türkiye'nin Kişinev Başkonsols'u Ender Arat'ın devreye girmesiyle ortadan kalkar. Arat, öncelikle ortaya koyduğu akılcı politikalarla Gagauzları, hem Rus azınlıkla ortak hareket etmeme hem de kültürel ve sınırlı yönetsel özerkliği kabul etme konusunda ikna eder. Kişinev de gelişmelerden memnundur. Tüm bu gelişmeler sonucu Moldova Cumhuriyeti Parlamentosu, 23 Aralık 1994'de Gagauz Yeri'ne özel statü verilmesini öngören kanun tasarısını kabul eder. 5 Mart 1995 tarihinde yapılan referandumla da Gagauz Yeri Özerk Bölgesi'nin sınırları belirlenir. Gagauzlar ve Gagauzya böylece resmi olarak tarih sahnesindeki yerini almış olur.
Gagauz Yeri Özerk Bölgesi'nin statüsünü düzenleyen yasa, Gagauzlara pek çok haklar tanır. Bununla kendi bayraklarına, ulusal marşlarına, sınırlı yetkilerle de olsa yasama ve yürütme erki bulunan meclislerine sahiptirler. Yasaya göre başkanlık makamı, Gagauz Yeri'nin en yüksek merciidir ve bölgedeki tüm idari birimler bu makama bağlıdır. Başkenti Komrat olan Gagauz Yeri Özerk Bölgesi'nin resmi dili Gagauzca, Moldovanca ve Rusça'dır. Gagauz Parlamentosu'nun Moldova Anayasası'na ters düşmemek şartıyla yasa çıkarma yetkisi bulunmaktadır. Ayrıca yasanın 6. maddesine göre bütün yeraltı ve yerüstü kaynaklarının mülkiyeti de Gagauz Yeri Özerk Bölge İdaresi'ne aittir.

1909 yılının Gagauzların yaşamında özel bir yeri bulunur. Çünkü binlercesi yaşanan kıtlık ve geçim sıkıntısı nedeniyle daha kısa bir süre önce geldikleri bu toprakları da terk etmek zorunda kalır. Gidilen yer, atalarının geldikleri Orta Asya'dır. Fakat bu ilk göç değildir. Bunu 1925'de çok daha büyüğü izler. Çünkü birkaç yıldır süren kuraklık ve kıtlık yaşamı iyice çekilmez, katlanılmaz hale getirmiştir. Bu gelişme üzerine Romanya, Brezilya ile göç anlaşması imzalar. Anlaşma uyarınca Brezilya, belirli sayıda Romanya vatandaşının ülkesine göç etmesine izin verir. Gidenler içinde çok sayıda Gagauz da vardır. Fakat en trajik göç, daha doğrusu adından da anlaşılacağı üzere sürgün, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanır. Bölgenin Sovyetler Birliği'ne bırakılmasıyla pek çok Gagauz, işbirlikçi ve burjuva olduğu gerekçesiyle doğdukları topraklardan sökülüp atılır.

Gagauzlar İkinci Dünya Savaşı Sonrasında acıların en büyüklerinden birini 1946'da yaşarlar. Savaş ertesinde meydana gelen gıda sıkıntısı nedeniyle var olan yiyeceklere el konulması sonucu on binlerce kişi açlıktan ölür. Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin kurulması ise acıları katmerleştirir. Çünkü bu süreç, Gagauz topraklarının Ukrayna ve Moldova arasında gelişi güzel paylaşılmasına yol açar. Buna bağlı olarak da Gagauzlar iki ülke arasında bölünür. Yüzde 80'i Moldova yüzde 20'si Ukrayna'da kalır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ise pek çok Gagauz, bu kez ekonomik nedenlerle ülkesini terk eder. İş bulmak amacıyla başta Rusya ve Türkiye olmak üzere başka ülkelere gider.

Göçler, Gagauz varlığı ve kimliği için her zaman büyük bir tehdidi oluşturmuştur. Çünkü göç nedeniyle ülkedeki Gagauz nüfusu yıllar geçse bile aynı kalmıştır. Dahası başka ülkelere giden Gagauzlar da varlıklarını ve kimliklerini sürdürmede büyük sorunlar yaşamıştır. Zaman geçtikçe, kalabalık grubun içinde eriyip yok olmuştur. Günümüzde özellikle Rusya'da yaşanan bundan başka bir şey değildir. Gidenlerin bir kısmı ev alıp oraya yerleşmekte, ailelerini de yanlarına almaktadırlar. Bu gelişme ise din birliği ve yıllarca hâkim olan Rusça'nın ortak iletişim dili olması gibi nedenlerle Gagauzların, hızla asimile olmasına yol açmaktadır.

Besarabya, doğal olarak Gagauzlar da 20. yüzyılda Romanya ve Rusya arasında iki kere el değiştirir. Gagauzlar, 1918'de imzalanan Brest Litovsk anlaşmasıyla Romanya'nın bir parçası olurlar. Fakat 1947'de imzalanan Paris Barış Antlaşmasıyla yeniden Sovyetler Birliği'nin sınırları içinde kalırlar. Gagauzlar, bu oldukça ilginç dönemin en heyecanlı ve coşkulu bölümünü 1931'den sonra yaşarlar. Çünkü 1931, Gagauzların çok büyük önem verdikleri ve saygı duydukları Hamdullah Suphi Tanrıöver'in Bükreş'te göreve başladığı yıldır.

Gagauzların yoğun bir şekilde Türkiye'nin gündemine gelmesi Hamdullah Suphi Tanrıöver'in Bükreş Büyükelçisi olduğu 1931-44 döneminde olur. Tanrıöver, Gagauzların yaşadığı toprakları Bölgeyi pek çok kez ziyaret eder. Müslüman Türklerin yanı sıra Hırıstiyan Türkler olan Gagauzların da Türkiye ve Türk kültürüyle bağlarını sağlamlaştırmak için elinden geleni yapar. Gagauzya'da Türkçe eğitim veren okullar açtırır. İhtiyaç duyulan kitapları Türkiye'den getirtir. Ayrıca var olan öğretmen açığını ortadan kaldırmak için pratik bir yola başvurur. Öncelikle Romen hükümetinin katkılarıyla bu ülkedeki Türk öğretmenlerden yararlanır. Bu arada Türkiye'den talep ettiği 80 öğretmen de Mustafa Kemal Atatürk tarafından zaman geçirilmeden ivedilikle gönderilir. Kemal'in Öğretmenleri öyküsü de böylece başlamış olur.

Tanrıöver, Gagauzların Türk Kültürüyle ilişkilerini daha sıkı tutmak amacıyla Türkiye'ye öğrenci gönderir. Bunun için ilk aşamada 40 öğrenci gönderir. Daha sonra bu sayı 200'ü geçer. Fakat asıl kavga, Gagauzya topraklarında verilir. Gönderilen öğretmenler, görevlerini yerine getirebilmek için canla başla mücadele ederler. Ancak başlayan İkinci Dünya Savaşı hayalleri yok eder. Bir kısmı savaşla birlikte döner. Bir kısmı ise her şeye rağmen görevleri bitmediği, sorumluluklarını yerine getiremedikleri gerekçesiyle çalışmalarını sürdürürler. Ancak bölgenin Sovyetler Birliği'ne geçmesiyle, onlar için kötü günler başlar. Hepsi, Türkiye'nin adamı oldukları gerekçesiyle tutuklanır ve 25 yıl hapis cezasına çarptırılır. Yeni adres Sibirya'daki toplama kamplarıdır.

Sibirya'ya gidenlerden bir tek Ali Kantarelli adlı öğretmen hayatta kalır. O da ancak Kuruşçev tarafından çıkarılan af sayesinde Gagauzya'ya dönebilir. Onun da 1980'de ölmesiyle "Kemalin Öğretmenleri" öyküsü de böylece son bulmuş olur. Fakat son bulan sadece öyküdür. Çünkü Kemal'in Öğretmenleri'nin ruhu Gagauzya'nın semalarında, insanların yüreklerinde her zaman var ola gelmiştir. O kadar ki, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Gagauzya'ya giden öğretmenlerin insanlar tarafından büyük kabul görmesinde bu ruhun büyük faydası olmuştur.

Gagauzca, yaşayan Türk lehçelerinden biridir. Azeri Türkçesi, Türkmen Türkçesi ve Türkiye Türkçesiyle birlikte Türk dilinin Oğuz grubunu teşkil etmektedir. Bu üç lehçeden Türkiye Türkçesine en yakın olanı Gagauz Türkçesidir. Ancak Gagauzca'nın edebi dil haline gelmesi, Türkçenin diğer dillerine göre biraz daha geç olur. Bunda özellikle Mihail Çakır'ın oldukça büyük rolü bulunur. Çağdaş Gagauz Edebiyatı'nın kurucusu olarak kabul edilen Çakır, 1934 yılında Gagauz Türkçesiyle ilk gazeteyi çıkarır. 1935 (4)'de "Besarabyalı Gagauzların Tarihi"ni yazar. Yine aynı yıl, "Gagauzlar İçin Dua Kitabı"nı, 1938'de de Gagauzca-Romence Laflık adlı eserini yayınlar.

Başlayan İkinci Dünya Savaşı ve Sovyetler Birliği'nin ilk yılları Gagauz edebiyatı açısından duraklamanın yaşandığı bir dönem olur. Fakat Romen kimliğini ve kültürünü dengelemek isteyen Moskova'nın, Gagauz kimliğini ve kültürünü tanıması yeni bir sürecin başlangıcı olur. Moskova, bu insanları yanına çekmek ve kendine bağlı kadrolar yetiştirmek amacıyla çok sayıda Gagauz gencine yüksek tahsil görme olanağı tanır. Ayrıca Kişinev Üniversitesi'nde Gagauz Bölümü açar. 1957'de de Gagauz Dili ve Edebiyatı'nın ayrı ve bağımsız bir varlık olduğu kabul edilir. Böylece Gagauzların, ayrı bir etnik grup olduğu da kabul edilmiş olur. Fakat tüm bunlara rağmen 1957 yılından günümüze kadar Gagauz Türkçesi ile ancak 25-30 civarında edebi eser yayınlanabilmiştir.

Sovyetler Birliği'nin dağılıp mevcut sistemin yıkılması pek çok sorunu da beraberinde getirir. Diğer Doğu Bloğu ülkelerinde de olduğu üzere Gagauz ekonomisi çöker. Böyle zor koşulların yaşandığı bir ortamda Türkiye, 1930'larda da olduğu üzere Gagauzların imdadına yetişir. Eğitim ve öğretim konusunda elinden geleni yapar. Okul açar, öğretmen gönderir, Komrat Üniversitesi'nin kuruluşunda en büyük destekçi olur. İlkokullar arasında kardeş okullar projesi hayata geçirilir. Ayrıca GRT olarak bilinen Gagauz Radyo Televizyonu da yine TRT ve TİKA'nın sağladığı katkılarla yayını gerçekleştirir. Yine Komrat ve Çadır'ın su sistemi TİKA tarafından yapılır.

Tanrıöver zamanında, Türkiye'nin Bükreş Büyükelçiliği neredeyse Gagauzların istilasına uğrar. Elçilik memurlarının hemen hemen hepsi, Gagauzlardan oluşur. O dönemin zor koşullarında Tanrıöver'in asıl amacı Gagauzları Türkiye'ye getirmektir. Fakat başlayan İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında bölgenin Sovyetler Birliği'ne dâhil olması buna engel olur. Ancak günümüzde gerek bulunmamaktadır. Çünkü değişen dünya koşulları, küreselleşme, teknolojik gelişme artık uzakları yakın kılmıştır. Bundan sonra yapılması gereken, Gagauzların ülkelerinde huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarına katkı sağlamaktır. Çünkü Gagauzlar bunu fazlasıyla hak etmişlerdir. Dahası barış adası Gagauz Yeri Özerk Bölgesi bunu sağlayacak potansiyele ve güce sahip bulunmaktadır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI