On altı asır Balkanlar'da varlığını sürdüren Türklerin en yoğun olduğu Bulgaristan'da demokratik rejime ilk adım atılalı 20 yıl oldu. 10 Kasım 1989 yılında bir yandan parti içi muhalefet, diğer yandan da Sovyetler Birliği'nin de desteği ile kansız bir devrimle Todor Jivkov Devlet Başkanlığı ve BKP (Bulgaristan Komünist Partisi) Merkez Komitesi Genel Sekreterliği'nden uzaklaştırarak, onun totaliter rejimine son verildi. Jivkov 8 Aralık 89'da MK üyeliğinden, beş gün sonra da komünist partisi üyeliğinden ihraç edildi. Bu arada BKP'nin ismi de o günlerde Bulgaristan Sosyalist Partisi olarak değiştirildi. Ertesi gün bu ülkedeki demokrasi savaşçıları, Bulgaristan Komünist Partisi'nin devletteki üstünlüğünü belirleyen anayasanın 1. maddesini iptal ettirdiler ve o günden sonra yıllardır ezilenler, horlananlar, zulüm altında inleyenler için yeni bir milât başlamış oldu. O günlerde komünistler hariç tüm halk, özellikle de azınlıklar coşmuş, hayatlarında ilk defa katıldıkları protesto gösterilerinde kendilerinden geçmiş haldeydiler. Yaklaşık yarım asırdan beri ilk defa başkent Sofya'nın meydanları hür mitinglerin sahnesine dönüştü.
7 Aralık'ta, yaklaşık 16 siyasi örgüt ve partinin oluşturduğu Demokratik Güçler Birliği (SDS) koalisyonu kuruldu ve 13 Ekim 1991'de ülke yönetimini ele geçirdi. Siyasi deneyimden uzak olan SDS başarılı olamayınca, bir sonraki seçimlerde iktidar yine Sosyalist partiye geçmiş oldu. Öyle ki o dönemde bunalıma giren halk kimi iktidar yapacağı konusunda yalpaladı kaldı.
12 ve 19 Ocak 1992 tarihinde SDS lideri Jelü Jelev 5 yıllık bir dönem için halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu. Ülkede 10 Ekim 1989'da başlayan demokratikleşme süreci hala devam ederken, bu dönemde toplam 7 meclis oluşturuldu ve 12 başbakan görev değiştirdi.
Birçok Balkan komşusundan farklı olarak geçiş sürecini kansız atlatan Bulgaristan'ın 29 Mart 2004 tarihinde NATO ve 1 Ocak 2007 tarihinde Avrupa Birliği (AB) üyeliğine geçmesi, ülkenin demokratik döneminin en büyük siyasi başarıları olarak nitelendiriliyor.
Bulgaristan'a sürgünden dönen eski kral Boris'in oğlu, Ferdinand'ın torunu Simeon Sakskoburgotski'nin 2001 yılında kurduğu hükümette iktidar ortağı olan HÖH, daha sonra siyasi hayatında en büyük düşmanı olarak gösterdiği Bulgaristan Sosyalist Partisi ile koalisyon kurarak, 2005-2009 döneminde de iktidardaki paydaşlığını sürdürdü.
Geçen yılın yapılan parlamento seçimlerinde HÖH'ün eski ortağı Bulgaristan Sosyalist Partisi seçim yenilgisine uğrayıp 240 sandalyeli parlamentoda 40 milletvekiliyle ana muhalefet partisi durumuna düştü. Diğer eski iktidar ortağı olan Simeon Sakskoburgotski'nin Ulusal Özgürlük ve Yükseliş Hareketi (NDSV) ise yüzde dörtlük parlamentoya giriş barajını bile aşamadı.
DEMOKRASİ BULGARİSTAN TÜRKLERİNE NELER GETİRDİ?
-Her şeyden önce demokratik hakları getirdi. Bu demokratik haklardan yararlanan Türkler, 1985 yılı başında silâhla değiştirilen Türk adlarını geri aldılar ve o yıllarda yasak olan anadillerini konuşmaya başladılar.
-İkinci yerde yine çok önemli olan seçme ve seçilme hakkı vardır. Bu haklardan faydalanan Müslüman kimlikli Türkler, Romanlar, Pomaklar, Tatarlar tek yumruk olarak tek çatı altında kendi partileri olan Haklar ve Özgürlükler Hareketi'ni kurdular ve ilk demokratik seçimlerde 24 milletvekili ile Bulgar Parlamentosu'na girdiler. Bununla da Bulgaristan'da Türk varlığını bir defa daha dünyaya duyurmayı başardılar. Yirmi yılda güçlenen ve ulusal bir partiye dönüşen hareketin son seçimlerde milletvekili sayısı otuzu aştı. Son iki dönemde üç beş de Türk bakan ülke yönetiminde görev yaptı. Son hükümette Kültür Bakanı olarak yine bir Türk-Vejdi Raşidov- görev yapmaktadır.
-20 yıllık demokrasi döneminde Bulgaristan'da manevi ve kültürel hayatta epey gelişmeler kaydedildi. 40 yıl kadar yasaklı olan imam hatip okulları ve yüksek İslâm enstitüsü açıldı. Daha önce devletin tayin etiği müftüler, demokrasi döneminde halk tarafından seçilmeye başlandı. Köylerde mescitler ve camiler ibadete açıldı. Özellikle ilk yıllarda Kur'an kurslarına büyük ilgi uyandı.
-Okullarda Türkçe eğitim seçmeli ders olarak kabul edildi. Totaliter rejimin son yıllarında tamamen yasaklanan Türkçe neşriyat yeniden faaliyete geçti. İlk yıllarda başkent Sofya'da, daha sonra da taşra şehirlerinden Kırcaali ve Şumnu'da Türkçe gazete ve dergiler yayın hayatına başladılar. Türk halkının hayatında Kırcaal ve Razgrat Türk tiyatroları da yerini aldı. Birçok köy ve kasabalarda Türk folklor ekipleri oluşturuldu, edebiyat dernekleri kuruldu. Bulgaristan Ulusal Televizyonu (BNT) de her gün on dakika Türkçe haber programı yer aldı.
-Halkın manevi hayatında önemli yeri olan düğünler istenilen şekilde Türkçe müzik ve oyunlarla gerçekleşirken; mevlit, cenaze gibi törenler, Ramazan aylarında oruç tutmak, bayramları kutlamak da serbest edildi.
-Kılık kıyafete gelince, her Müslüman kadın ve erkek istediği kıyafeti giyebiliyor, oğlanları da isteyen sünnetçide, isteyen doktorlarda hiç kimseden çekinmeden sünnet ettirebiliyor.
-Üç yıl önce Avrupa Birliği'ne giren Bulgaristan'daki Türkler, bugün istedikleri ülkeye gidip eğitim alabiliyorlar, çalışabiliyorlar, isteyenler de o ülkelere yerleşebiliyorlar.
- İktisadi hayata gelince, demokrasi yıllarında ülke serbest piyasa ekonomisine geçti. Devlet sınırları yabancı sermayeye açıldı, daha önce ithalatı yasak olan kapitalist ülke ürünlerinin ithalâtı serbest bırakılınca, ülkede ünlü marka tutkunluğu başladı. Bugün Bulgaristan'da lüks otomobil tutkunluğu kadar ayakkabı ve giyimde de marka düşkünlüğü had safhadadır.
-Serbest piyasa ekonomisi kurallarının geçerli olduğu Bulgaristan'da maharetli, müteşebbis ruhlu kişiler için de özel işlerde, kendi şirketlerinde faaliyet gösterme imkânları sağlandı. Bu sayede Bulgaristan genelinde binlerce Müslüman kendi firmalarını kurup, ticaret, müteahhitlik, turizm, ulaşım, tekstil gibi daha nice sektörlerde faaliyet göstermeye başladılar. Son yirmi yılda girişimciler yabancı firmalarla da ortaklık kurarak, uluslararası ticaret yapmaya başladılar.
Buraya kadar saydıklarım demokrasinin getirdiği müspet gelişmelerdi. Bulgaristan'da görülen bazı negatif olaylar bu ülkede demokrasi çarkının tam oturmadığının işaretini veriyor. Bir gazeteci arkadaşımın "Demokrasi gömleği, Bulgaristan halkına büyük geldi" ifadesini hatırlatmak isterim.
DEMOKRASİ NELERİ GÖTÜRDÜ?
Komünist toplum düzeninde olumsuzlukların ağır basmasına rağmen, Bulgaristan'da baskı yoluyla da olsa, halkın yapısında bir çalışma ve davranış disiplini oluşturulmuştu. Ne yazık ki, yirmi yıldır demokrasinin verdiği sarhoşluktan halen ayılamayan Bulgaristan halkının 2007 yılından bu yana Avrupa Birliği üyesi bir devlette yaşamasına rağmen maddi sıkıntılar içinde olduğu görülmektedir. Demokratik rejimin geldiği ilk yıllarda hızlı bir özelleştirilme gerçekleştirilen Bulgaristan'da özellikle yarım milyon kişinin Türkiye'ye, bir o kadarının da başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın diğer ülkelerine göçle, vasıflı işçi eli ülkeyi terk etti. Bunun sonucunda fabrikalar atıl durumda kaldı, tarım ve hayvancılık bitti. Ülkede kalanların ise çoğunun emekli olması hasebiyle bugün ülke ekonomisinin canlanma ihtimali kalmamıştır.
Fikrimce ülke ekonomisinin bu çöküşünde yaklaşık 500 bin civarında Bulgaristanlı Türk'ün Türkiye'ye yerleşmesinin de payı büyüktür. Bu yarım milyon Bulgaristan vatandaşı ülkenin en yoğun emek isteyen inşaat ve tarım sektörüyle maden ocaklarında çalışanlardı. Bulgaristan'ın ihracat ürünleri listesinin başında gelen tütün, bu ülkeye en çok döviz kazandıran ihracat ürünüydü ki, bu tarım ürününü üretenlerin çoğu Türklerdi. Bulgaristan devleti yetkilileri Türkleri ülkeden göç ettirerek, ülkenin çökmesi pahasına da olsa yıllardır içlerine düğümlenen "Türk sorununu" çözmekte kararlıydılar ve neticede nihai hedeflerine ulaştılar sayılır.
Son yıllarda Avrupa Birliği'nin Bulgaristan'da tarım ve hayvancılığın gelişmesi için sağladığı kaynaklar kırsal kesimdeki gerçek tarım ve hayvancılık yapanın eline geçmedi. Bunu gören Avrupa Birliği yetkilileri 2008 yılında 700 milyon EURO'luk yardımı dondurdular. Yine Avrupa Birliği'nde uyuşturucu maddeler listesine giren tütün üretiminin teşvikinin durdurulması esas geçim kaynağı tütüncülük olan Bulgaristan Türklerini zor duruma düşürdü. Geçen yıl üretilen tütüne verilen teşvik yüzde 50 azalınca, bu yıl tütün üretiminden tamamen vazgeçildiği görülmektedir.
Geçen yıldan beri dünyayı kapsayan finansal kriz dolayısıyla ülke ekonomisi tamamen dibe vurmuştur. Uzmanlar bugünlerde Bulgar halkının sadece yüzde 12'sinin refah düzeyinin memnuniyet verici olduğunu belirtirlerken, orta direk tabakasının bulunmadığı bu ülkede halkın yüzde 88'inin maddi sıkıntılar içinde kıvrandığı ifade ediliyor.
Ekonomik sıkıntılar beraberinde manevi ve kültürel hayatı da etkiledi. Yıllardan beri ülkede düşük olan doğum oranı, son yıllarda tamamen eksiye dönüştü. Büyük şehirlerde gençler resmi evlilik yapmayıp, dost hayatı sürdürmekteler. Özellikle maddi sıkıntılar içindeki kırsal kesimdeki gençlerin çoğunun evlenme şansı kalmamıştır. Özellikle geçimin çok zor olduğu Kırcaali köylerinde 30-40 yaşlarında bekâr delikanlılar evlenmek için bir kız istediğinde, "Köyden kasabaya yerleşip ev alırsan, kızımızı da alırsın" şartı öne çıkıyor. Bu durumda evlilik yapamayan gençler, haliyle aile de kuramıyor, akabinde köylerde doğum oranı sıfırlara inmekte. Böylelikle devletin müdahalesi olmadan bir yok olmaya gidilmektedir.
Elinden iş gelen erkeklerin çoğu Avrupa'nın değişik ülkelerinde çalışarak, memleketinde bıraktığı ailesinin yanına yılda birkaç defa ancak gelebiliyor. Böylelikle genç aileler evliliklerinin baharında yuvasını terk ederek, gurbet kuşuna dönüyor. Birçok ailede çocuklar babasız büyüyor.
20 yılda 12 başbakanın görev yaptığı Bulgaristan Cumhuriyeti'nde demokrasi kuralları yine Türk halkı için pek çalışmıyor. Son yıllarda bazı Türklerin ve Pomakların kendilerinin muhtarlıklara gidip Bulgar adı aldıkları da ayrı bir olaydır. Böyle bir iş için müracaatta bulunanlar, Bulgar adlarının tercih edilme sebebi olarak da ülkede değişik milletlere gizliden uygulanan bir çifte standart olduğunu belirtiyorlar. Üniversitelerde Bulgar ismiyle daha rahat ettiklerini, Avrupa'da çalışanların da Müslüman kimliğini gizleyerek ayrımcılıktan kurtulmak amaçlı bunu yaptıklarını ileri sürenler de var.
Zaman zaman Türkiye'deki yazılı veya görsel yayın organlarında Bulgaristan konusundaki haberleri izlerken, izleyenlerde bu ülke ile ilgili tozpembe bir intibaa bırakılıyor. Oysa Bulgaristan gerçekleri pek de öyle değil.
Şahsen 1991 yılından beri Bulgaristan'la ilişkim hiç kopmadı. Son birkaç yıldır günlük gelişmeleri çok yakından takip eden ve oraya yılda 7-8 ziyaret yaparken ülkenin gerek ekonomik, gerek sosyal gelişmelerindeki gözlemlerime dayanarak, bugün Türkiye vatandaşında oluşmuş "Aman komşumuz Avrupa Birliği ülkesi oldu", "Komşuda her şey tozpembedir" intibalarının gerçeklerle bağdaşmadığını söylemek isterim.
Yine yılbaşında emekliler maaşlarına zam beklentisi içindeyken, Başbakan Boyko Borisov vatandaşa "Zam beklediğinizi biliyorum, ama ben mevcut maaşları ödemeye para bulmakta zorlanıyorum. Devlet bütçesi dibe vurdu" diye beyanat verdi.
Bu son söylediklerim sadece benim intibalarım değildir. Ülkenin en ünlü siyasal bilimcilerinden biri olan sosyolog Ognyan Minçev de Bulgaristan Ulusal Televizyonu (BNT) için yaptığı yorumda, 20 yıllık geçiş sürecinden sonra Bulgaristan'ı "vahşi bir ormana" benzetti. Örgütlü suç grupları ve mafyanın devletin yerini alıp devleti kontrol altında tuttuğunu savunan Minçev, "Örgütlü suçlar dünyasının devletin koltuğuna oturması Bulgaristan'ın başlıca sorunudur. Bulgaristan, eskiden medeniyetin olduğu, ancak artık bu medeniyetten eser kalmayan vahşi bir ormanın içindedir" ifadesini kullandı.
1989 göçünden sonra özellikle ticaret, sanayi ve turistik merkezlerinden uzak, dağlık bölgelerdeki köylerin tamamen boşaldığı bir gerçektir. Yirmi yıl önce yüz kadar ailenin barındığı köylerin bazılarında bugün tek insan kalmadığı da bir gerçektir.