Osmanlı -Rus Savaşı'nda(1877-78) Rus Kuvvetlerinin Bulgar köylülerini silahlandırarak Türk köylerini basmaları ve katliam yapmaları hakkında Süleyman Paşanın telgrafı şöyledir:
'Büklemeli köyünde Süleyman Paşa Hazretlerinden gelen 4 ağustos 1877 tarihli telgrafname.
Geçen Cuma günü Rusyalılar, Bulgarlar Eski Zağra'dan bir saat sonra ve Yeni Zağra yönündeki Hristo isimli köyün erkek ve kadın Müslümanlarını köy dışına çıkarıp erkeklerin hepsini ve kadınların bir kısmını ateşle yakarak idam ile yanmış bedenleri bir sandığa doldurup üzerini toprakla örttükleri, güzergahımıza tesadüf eden Hristo köyünde gözümüzle gördüğümüz gibi kesin olarak kadınların bir kısmını Bulgarlar sürüyüp köyün arka tarafındaki dağlara götürmüş oldukları, her nasılsa içlerinden kurtulup kaçmış olan bir Müslüman'ın ifadesinden anlaşılmayla merkumun tarif ettiği dağlarda Bulgarları aramak ve şayet kadınlardan hayatta kalanlar var ise kurtarıp getirmek üzere iki tabur askeri şahane gönderilmişse de kadınlardan eser bulunamamıştır.Oradan hareketle gecelediğimiz Türkçe Büklemeli ve Bulgarca Dalyofa denilen köye geldiğimizde burada önlerine çıkan bir Müslüman'ın ve Bulgarlardan sağ olarak ele geçirilen bir çok caninin ifadelerine nazaran bu mertebede dahi yetmiş Müslüman köyün imamı dahi olduğu halde Bulgarlar bir samanlığa kapayarak ve Kazaklar da etrafını kuşatarak yakmış, kırk dördüncü katl ve idam ve köyde ne kadar kadın var ise de hepsinin namuslarına saldırarak içlerinde ölmeyen sekiz Müslüman'ı katl ve ikisini erkeklerle beraber ateşte yaktıkları, kalan kadın ve çocukların bir çoğunu köyün etrafında bir kadın ve çocuğu yan yana götürerek sıra ile öldürdükleri anlaşılmış. Bu bedenler, kol ve bacaklar kıyamete kadar etkisi geçmeyecek keder ve acımayla görülmüş. Hatta bizden başka İngiltere devletinin İstanbul Sefaretinin beraberimizde bulunan ataşe militeri Albay Mösyö Kayf dahi görmüştür. Saklanarak Bulgarların bulamadıkları yirmi kadın ve çocuk böyle kurtarılmıştır. Yine Rusyalılar istila zamanında Eski Zağra, Kızanlık ve tüm havalinin Müslümanlarının silahsız kaldığı, Bundan üç gün evvel Kızanlık'a bağlı Müflis köyünden dört yüz Müslüman'ı Bulgarlar çıkarıp Tunca nehri kenarına götürerek orada hepsini öldürdükleri, Zağra ile Kızanlık ve havalisinde Bulgarlar görülmedik vahşet ile Müslümanları öldürmeye devam ettikleri, oradan kaçıp gelen Müslümanların ifadelerinden anlaşılıp derhal bir tabur piyade ile Orduyu Hümayun yanındaki zeybek ve yardımcı süvarilerle o yöne saldırılmıştır. Moskofların Kızanlık'ı terk ile Balkan'a çekildikleri, Zeybek süvarileri Kızanlık ve havalisinde Müslümanları katleden Bulgarları cezalandırma ve kalan İslam nüfusunu kurtarmak için Kızanlık etrafında dolaşmakta oldukları ordugaha dönen piyade taburunun verdiği malumattan anlaşıldığı, feci hadiselerin engellenmesi için gerekli önlemlerin alınmasının büyük önem taşıdığı arz olunur. 4 Ağustos 1877.''
Türkiye Cumhuriyeti'nin Genelkurmay Başkanlığı'nın 2004 yılında basılan 'Tarihte Türk-Bulgar İlişkileri'' isimli kitabının 191. sayfasında böyle anlatılıyor.
Bu Süleyman Paşanın arz ve talep ettiği gerekli önlemler alındı mı? Hayır! Alınmadı, alınamadı, alınamazdı da. Çünkü şahsi ihtiraslarına kapılmış bir saltanatın böyle bir kudreti olamazdı. Sarayda yaşayanların millete aşk ve şevk ile vazife yapmayı bırakıp; şaklabanlık, yalakalık yaparak; şehvet, para, unvan, makam, birkaç kese daha Osmanlı altını, cariye peşinde koştukları bir İmparatorluk hiçbir önlemi alamazdı. Aslanlar gibi Türk neferleri ölümüne dövüştüler, vuruştular, vuruşarak, vurarak şahadet şerbetlerini içtiler. Ama savaş sadece süngü ve tüfek ile kılıç ve cesaret ile kazanılamaz. Lojistik destek sağlanmalıydı. Cephane ve takviye kuvvet gerekiyordu. Neferlerin yemesi, içmesi temin edilmeliydi. Bunlar yapılmadı. Güvercinlerin bacaklarına bağlanan haberleşme sistemi ile veya atlı kuryelerin birkaç haftada haber getirmeleri, götürmeleri ile, Balkanlarda Türk topraklarını ölümüne savunmaya çalışan Türk zabitleri ve neferleri, savundukları Türk topraklarıyla beraber kaderlerine, ölümlerine terk edildiler.
Bu kitapları her fırsatta inceliyorum ve tüylerim diken diken oluyor. Ayakların baş, başların ayak olduğu bir İmparatorluk işte böyle batmıştı ve bu batımda yüz binlerce Türk katledildi, binlerce Türk kadınının, kızının iffetine, namusuna tecavüz edildi, milyonlarca Türk vatan topraklarından sürüldü veya göçe zorlandı, elbette ellerindeki tüm altınlara, bağlara, bahçelere, değirmenlere de el konuldu.
Peki bre pehlivan yürekli kocaman Agalar! yiğit Kızanlar! Ne dersiniz?T ürk Milleti akıllandı mı acaba? Üzgünüm ama bana göre daha ancak birkaç arşın yol gidebildik, onu da Mustafa Kemal Atatürk sayesinde....
Bu tür yazı dizilerimiz her hafta veya on günde bir devam edecektir.
Nereden nereye gelmişiz, neydik ne olmuşuz.... Bunları bir bir bu gazetenin sayfalarına yazacağız.
Ta ki ben ölene kadar veya Balkanlar, Kafkaslar, Türkistanlılar, Makedonlar, Rumeli Yiğitleri, Trakya Cengaverleri, Ahıska Aslanları titreyip kendine dönene kadar...
Elbette bu gazetede önceliğimiz Deliorman'ın deli rüzgarlarına kapılmış olan canlarımızı anlatmak olacaktır....